YÜZÜYOR, DÜŞÜYOR BİRAZ DA ÖLÜYOR GİBİ
Bir deniz var. Gözlerinde, gözbebeklerinin çevresine yerleşmiş. Gözle görünen değil, sadece hissedilebilen bi mavilik ve de derinlik. Yüzmüyorum, yürüyorum gibi üstünde; hiç batmadan üzerim bile ıslanmadan. Adımlarımda karışıyorum sana. Toprağına filiz, maviliğine de turuncu ya da kırmızı oluyorum gibi. Senin aksin olup karışıyorum. Bütün olamıyoruz tabi. Tamamlamıyoruz birbirimizi, sırıtıyor bir şeyler illa ki; belli. Ama karışıyoruz işte. Dönüşüyoruz başka görsele bi tabloya.
Bir deniz var. Kollarında. Dirseklerinden bükülen yerlerine yerleşmiş. Geliyor kokusu ben yaklaşmadan. Alıyorum ciğerime kokluyorum acıtsa da burnumu. Sızı veriyor ama yakmıyor. Batıyor ama acıtmıyor gibi de diyebilirim buna. Dayanamıyorum bi huzursuzluk sarıyor içimi sarılıyorum suretine. Tuzlu, ıslak hayaline. Kollarımla değil aklımla sarılıyorum. Mantığımla. Kalbim şaşkın, biraz da memnun. Tam aksi olacağı tahminindeymiş hep. Şaşkınlığı bundan, memnunluğu da belli sebepten işte. Sızıyor kokun. Aklımın, yokluğunda yer yer kuruyacak olan kıvrımlarına sızıyor.. İşliyor tane tane rengini. Eğer yok olursa birgün, kuraklaşırsa toz olursa ortadan söküp atamayayım diye. Rengini kazısam kokusu kalacak aklımın sokaklarında, bilir. Biliyor da bundan bana karışma, sızma isteği kuytularıma.
Bir deniz var. Saçlarında. Bilir misin lülelerine, tek tek buklelerine kurulmuş bu sefer. Hareketli saçların. Dalgalı bu yüzden denizin. Korkuyorum. Bilsem de yüzmeyi hatta üzerinde batmadan yürümeyi, yine de korkuyorum. Tek cümlem bir buklende takılıp kalacak , kanatarak inecek çürütecek en uzanamayacağım yerini diye. Buklelerin siyah. Sık. Etrafı da bir o kadar koyu karanlık. Şaşırıyorum. Nereye kayboldu gözümü alan o mavilik anlayamıyorum. Telaş etmiyorum fakat korkuyorum da artık. Yüzemiyorum savruluyorum. Görmüyorum etrafı. Sis çöktü sanki etrafa. Kararan gözlerim mi yoksa kalbinden mi geliyor bu sis, bu karanlık hala kestiremiyorum. Kalbinde bir gürültü vardı buklelerini okşarken. Net olmasa da duyuyordum o zaman. Ama şimdi sızlatıyor içimi uzanıyor ta yanıma kadar. Ne bu bağırışlar, çığlıklar. Kalbindeki her küçük taşın altından ses yükseliyor. Bocalıyorum. Bilemiyorum elimi kolumu nereye koyacağımı. Kovamıyorum aklıma üşüşen soruları. Bir bir dilime vuruyor her harf. Ne zamandır burada bu taşlar? Ne zamandır susuyorlar da şimdi yıkıyorlar her şeyi? Korkuyorum. Rüzgar var. Tutunamıyorum. Sarılmaya çalışsam o maviliğine, kokuna. Yok bulamıyorum ne bir renk, ne de burnumu yoklayan bir koku. Hem yetmiyor bulsam da. Kollarım bile yetmiyor ki aklımla sarılsam; bir zamanlar yaptığım gibi. Ne yürüyebiliyorum düzlüğünde ne de yüzebiliyorum artık denizinde.
Bir uçurum var. Kirpiklerinde. Kapattığında gözlerini, çukurlarına temas eden uçlarına yerleşmiş. Üşüyorum. Biraz da düşüyorum gibi sanki. Dengemi sağlayamıyorum. Sadece hissedilebilen değil gözle bile görülebilen bi soğukluk var artık teninde. Nereden nasıl geldi ne oluyor diyemeden düşüyorum yanaklarına. Tutmadın, tutmuyorsun. Tek kelimene bile tutunmaya hazırken ses etmiyorsun unutuyorsun dilinin yerini. Üstüm başım sırılsıklam bu sefer sevgilim. Islanmışım bu sefer. Ağlamış mıyım biraz, bilmiyorum. Bi acı var boğazımda. Yutkunsam daha da kayacak gibiyim, gidecek gibi, yok olacak gibiyim bi boşlukta. Kaldım. Kalakaldım olduğum yerde; yanağında bi mimiğinin kıvrımında. Yüzünün her noktasına aşina olan, ezbere yudum yudum içen ben, bilmiyorum çıkaramıyorum hiçbir sokağını şimdi. Yalnızca duruyorum. Öylece, hareketsiz. Batmadan, hiç ıslanmadan yürüyebildiğim mavilikten ne ara fırlatıldım bu yabancı yere, bilmiyorum. Üretmiyorum fikir ki daha da acımasın boğazım.
Bir son var. Tek tek parmak uçlarına yerleşmiş. Dokunsam soğuk. Kan çekilmişcesine her birinden, renksiz… Bi son hazırlamış bana parmak uçların belli. Öpsem yanar dudaklarım buz oluşundan. Dönmüşsün rengine atmışsın sana karışan rengimi; turuncumu, kırmızımı.
Bir kar tanesiyim artık sevgilim. Soğuk. Evet artık ben de soğuk. Sessiz ve ağır. Düşüyorum bir bir kalbinden, gözlerinden. Düşmesem bile itiyorsun iteceksin her zerrenden. Uğruyorum son bir defa buklelerine. Son bir defa benimmiş gibi bakıyorum. Hayır yok. Ne adımdan bir harf ne de gülüşümden bi ses kalmış kıvrımlarında. Eskisi gibi yumuşak da değil artık. Sert. Dokunsam eritecek orada bedenimi, biliyorum. Konuşsam da boş sussam da boş artık. Bir veda var önümde, ısıtamam istesem de kalbini, sesini ve de bedenini. Gördüm, yaşadım ve mecburum artık gitmeye.
Gidiyorum sevgilim. Senden koşar adım kaçıyorum şimdi. Yakalanmamak üzere asla bir yerde dinlenmemek üzere koşuyorum.
Uzağa, ken dim den bile uzağa.
Ayşe Sönmez ‘