Herkes yaşadıklarından çok daha fazlasını hak ettiğini düşünür. Ama sadece düşünür. O hayata ulaşmak için hiçbir şey yapmaz. Çünkü bir şeye ulaşmak için çabalamak birçok sorumluluğu da beraberinde getirir ve insan sorumluluktan kaçınan bir varlıktır. Burada ego devreye girer, bahane bularak şahsı rahatlatır ve sonraki sorumluluklar için bahaneler üretmeye devam eder. Eğer sorumluluğu omuza yüklenen bir yük olarak değil mutluluğa giden bir yol olarak tanımlasaydı zihnini meşgul eden de yapacağı tek eylem de bu yolu güzellikleriyle ve zorluklarıyla yürümek olacaktı.
Algı, insanoğlunda başarısızlığa uğrayan, kullanılması güç bir kavramdır. Bir nesne bizde neden biricik olur? Onu diğer nesnelerden ayıran nedir? Sadece algı.
Bir nesneye, yüklediğimiz anlam onu nesne olmaktan bütünüyle çıkarır(özü değişmez elbet). Çünkü bizde artık o bir nesne değildir bizim özünü kullanarak yarattığımız farklı bir nesnedir.
Bir insanın, nesnenin veya durumun bizim için önem kazanması ona karşı algımızın değişmesiyle olur. O insanda(nesnede veya durumda) olmayan özelliklerin yerine olmasını istediğimiz özellikleri yükleyip bütünüyle algılayışımız onu bizim dünyamızda biricik yapar. Bu algı, karşımızdakinin özüyle karşılaştığımızda değişime uğrayacaktır. Kimi zaman öfkeyle kimi zaman üzüntüyle kimi zaman da ‘hayal kırıklığı’yla sonuçlanacaktır. Bunun için algı sınırlandırılabilen bir şey olmalıdır. Nesneyi veya kişiyi değiştirmeden, olduğu gibi var olan biçimiyle algılamamız gerekir. Yoksa bütün heveslerimiz, bir suçlu olarak gördüğümüz ‘hayal kırıklığı’ olgusuna karışıp gidecek, kontrol edilemeyen bir kısır döngüye girecektir. Ve artık hayatımız kontrolümüz dışında gelişen, bize uğramayan, yalnızca seyircisi olduğumuz akıp giden bir nehre dönüşecektir.