Ey insan! Sen ne ara bu kadar acımasız oldun!? diye başlamak en doğrusu olacaktır.Ölen çocukları,savaşları -sözde savaş- kara perdelerin ardından izleyip ancak kuş cıvıltısı kadar ses çıkarıyorlar!Bilmem ama bunu dile getiren onlarca insan vardır.Bu koca koca lafları demek sana mı kaldı!?diye çıkışanlar da haklı elbet.Eğer biri çıkar da sen kimsin derse ona da söyleyecek laf bulamayacağımdır.O halde benim burada durup günümüzü anlatıp insanları tokatlamam kimsenin umrunda olmayacak bilhakis öfkelerini arttırcaktır.O halde ben günümüzü size pamuk yumuşaklığında sunabilmem için donmuş kanlarınızı ısıtmalıyım?
Tarih,geçmişi öğrenme,şimdiyi anlama,geleceği görme sanatıdır.En azından böyle olduğunu varsaymak insanı rahatlatıyor.Hani hep derler ya insanlar milyonlarca lirayı bir falcıya dökebilirler geleceğini öğrenmek için.Oysa insan ardına bakmadan adım atarsa ne geldiği yolu bilir ne gideceği yolu.Bundandır olduğumuz yerde debelenip durmamız.
Böyle konudan konuya atlıyorsun diyenler…Ben buraya bundan sonra gözlemlerimi,insan hareketlerini ve tarihin aynasını yazacağım.Hani o lise tarihindeki osmanlı geldi aldı,Atatürk kurtardı değil de,sırf düşmana yaklanmamak için yeni doğan bebeğini sulara gömen anneyi,babasının “Boyun eğme bunlara!” diye ölmeden hemen önce nasihat ettiği çocuğu…Dile gelmez,üzülürüz diye kaçtığımız onlarca gerçek,yüzümüzü çevirdiğimiz onlarca acı,kulağımızı kapattığımız ağlayan çocukları anlatacağım.En azından okuduklarımla ,fikirlerimle.Yüzünüze vurulan gerçekler canınızı yakacaksa OKUYUN!
Kırım Soykırımı
Herkesin az çok bildiği bir konudur bu.Soykırım,ölüm,insanlar… Ben ilk yazım olduğu için kısaca bir şeylerden bahsedeceğim.Geçen sene 2017 civarı bir kitap okumuştum.Daha doğrusu kütüphanede denk gelip birkaç sayfasını karıştırdıktan sonra dehşete kapılıp eve getirdiğim kitap.Sanırım Yavuz Bahadıroğlu’nun bir tarihi romanıydı.Normalde tarihi roman sevmem fakat dili güzel gelmişti ve konusu beni yakından ilgilendiriyordu.Nedenini bir başka sefer demem daha doğrudur.
Kitabın başlarında bir doktor ve hastalardan bahsediyordu sanırım.Savaşta yaralanmış,kıtlıktan bitap ve o zamanın hastalıklarıyla boğuşan yüzlerce hasta.O zamanlar bilir misiniz bilmem doktor azlığı ve tıp yetersizliği de vardı.Hastalar neredeyse üst üste yataklara sığdırıp bakım yapmaya uğraşıyorlardı.Hani şimdi o hastane kokusu,ilaç kokusu diye beğenmediğimiz yerler…Oradaki doktorun adı Cahit sanırım- tam hatırlamıyorum- bir yandan hastalarla uğraşıyor öte yandan üst rütbeli bir doktorla konuşuyordu.O üst rütbeli dediğim doktor birkaç komutanla konuşmuş Cahit doktora bunu anlatıyordu hikayede.Ölenlerin çok fazla olduğunu ve hastaların da başka yere taşınması gerektiğiyle ilgili.Cahit buna şiddetle karşı çıktı.İşler burada karışıyor değil mi?Onca hastaya belki de ümit olacak teklifi reddetmek aptalca?İnsan daha iyi olacağını bildiği şeyden neden korksun?
Burada konuya bakış açınızı değiştirmek istiyorum. Yazdıklarımı okurken hani o lise zamanındaki tarihçiler derdi ya “Günümüz olarak düşünmeyin,o zamanla değerlendirin” işte benim size demeye çalıştıklarımı da bu şekilde değerlendirin.Yine o zaman her şeyde olduğu gibi ulaşım da bir hayli kötüydü.Hani filimlerde gördüğümüz aylarca bitmeyen yolculuk yapan trenler,hani o penceresiz kutu gibi odalar.İşte tam bu yüzden Cahit (sanırım) doktor kesinlikle karşı çıkıyor.Herhangi bir hastanın daha hastahaneden çıkmadan öleceğini kesin dille belirtse de doktor buna karışmasını engelliyor.Ardından hastalar söylendiği gibi tren ya da kamyon (hatırlamıyorum)taşınıyor.Çoğu daha taşınma sırasında ölüyor.Taşınmaları ise şimdiki sedye veya yatakla değil…Hepsi itiş tıkış bindiriliyor.Düşünün hasta(büyük ihtimal veba),yaralı insanlar aynı o kutu gibi yere dolduruluyor.Kir,kan,duman…Böyle insanlık dışı işlerin başını çeken sanırım Rusya idi.
Bindirilen hastalar bittiğinde Cahit ve diğer doktor uzaktan izliyor ve taşınma sırasında ölenlere üzülürken arabanın gidişini bekliyorlardı.Ama bekledikleri olmadı.Şimdi gözünüzde tekrar canlandırın.Ölmek üzere olan onlarca insan,üst üste çöp gibi yığılmış,yanlarında ne bir ilaç ne bir yemek,su dahi yok ve başka hastahaneye gidip iyileşme ümidiyle tüm bunlara rağmen hayata tutunmaya çalışıyorlar.Tam bu sırada silah sesleri patlıyor.Hasta ve çaresiz insanların üzerine binlerce mermi yağdırılıyor.Araç alev alev yanıyor.Evet gözünüzde canlanmalı.Öylece çaresiz insanlar,belki bebekler çığlık çığlığa,dumanlarım içinde yanarak can veriyorlar.Karşı çıkmak istese de Cahit doktor onu da vuracaklar karşısında bulunuyor.O kadar can orada kül oluyor.
Bu bir kitap gerçeği yansıtmaz diyenler…İnsan beyni ne kadar gelişirse gelişsin böyle bir vahşeti kendiliğinden uyduracak düzeye gelemez.İnsan okuduğu vaşetlerle yazar ancak böyle bir olayı.Aksi halde siz yok canım diyerek kendinizi rahatlatma çabasındasınız.Ama daha önce de dediğim gibi,gerçekler huzurunuzu bozcaksa OKUYUN!
Öneri Kitap
Kırım -Yavuz Bahadıroğlu