Benim hayal meyal hatırladığım, ailemin diğer üyelerinin zamanında kurulup keyifle izlediği Şaşıfelek Çıkmazı, TRT1 dizilerinin en unutulmazlarından olsa gerek. 1996-1998 yılları arasında ve daha sonra 2001’de yeni bölümleri çekilen dizinin insanı saran tarafı; kuşkusuz çekildiği dönemin ruhunu senaryosuyla, setiyle bütünleştirmedeki başarısı. O dönemi yaşayıp hatırlayan herkesin neyi neden bu kadar sevdiğinin kurgusal hali aslında Şaşıfelek Çıkmazı.
90’larda çocuk olmak başlığının onlarca kez kullanılmasından da anlıyoruz ki 90’lar çocukları olarak biz o dönemleri çok özlüyoruz. Çizgi filmlerinden oyuncaklarına, sokaklarda cirit atmadaki ustalığımıza kadar özlemle anılan mevzu bahis zamanlara bu kadar dönüp dönüp iç çekişimiz birçok şeyin ‘gerçek’ olmasıyla ilintiliydi sanırım. 90’larda çocuk olmak diye giriş yapıp o uzun listeyi bir de ben oluşturmayacağım ama bu listede birçok kez ıskalanan Şaşıfelek Çıkmazı’na yakın plandan bakmaya çalışacağım.
Evimde TV yok, sadece internetten dizi izliyorumculardan değilim. Hiç izlemesem tek yaşayan biri olarak yemek yerken ya da hazırlarken açıyorum o kutuyu. İlk on-on beş dakikadan sonra tahammül edemeyip kapatıyorum evet ama ne var ne yok diye baktığımda hep aynı şeyi görüyorum: Biri bir senaryo yazıyor ya da uyarlıyor, her şeyi çabuk unutuyoruz diye midir nedir sonu gelmez bir aşkla farklı dönemlerde, farklı ajanslardan toplanan ‘oyuncu’larla biteviye aynısı çekiliyor. Senaryonun tıkandığı yerlerde araya kurtarıcı bir şarkı giriyor, uzadıkça uzayan bakışlar, sadece yüze odaklanan kamera… Bu işlerle ilgisi olmayan biri olarak ben bile bu kadar irite oluyorsam sinema-tv, konservatuar okuyan, iyi işler yapmaya çalışıp bu seyirci kitlesi yüzünden elenen insanların vay haline..
Ama 90’lar dizileri öyle mi.. 7 numara, Yeditepe İstanbul, Şaşıfelek Çıkmazı… Şaşıfelek Çıkmazı yayınlandığı dönemlerde pek küçük olduğumdan adı dışında bir iz bırakmadı tabi. Geçtiğimiz ay ablamın hatırlatmasıyla izlemeye başladım. İlk bölümlerinde garipsediğimi söyleyebilirim. Gündelik olaylar etrafında şekillenen konuşmalar dışında farklı, gereksiz bir beklentideydim sanırım. Neden sonra bu tarz bende öyle farklı duygular uyandırdı ki kırk dakikalık dizi, zaman mefhumumu bertaraf edip bir çırpıda bitirten, ardı arkası kesilmeden izleten ve üstüne yazı yazdıran bir dizi oldu. Uzun akıcı diyaloglar, elini kolunu görebildiğimiz çekim açıları, usta oyunculukların yanında senaryo yokmuş da irticalen konuşuyorlarmış hissini uyandıran o samimi havası, zamanlar ötesine ait bir yapım olduğunun somutlaşmış hali. Kadın rollerin güçlü duruşu, zorluklar içinde de olsa neşeyi eksik etmeden üstesinden gelişleri; aradan geçen yirmi yılda kadın figürünün uğradığı değişimi gözler önüne seriyor. Eşinden boşanıp ayakta kalmaya çalışan kadının canını mahallenin boşboğaz bakkalı sıkıyor sıkmasına da en can sıkıcısı bile tehlikeli olmuyor. Çocuklar üst kat komşusuna emanet edilebiliyor tedirginsizce. Esnaf dükkanını ‘bi bakıver’ deyip birbirine emanet ediyor. Mahallenin bıçkın delikanlısının fevriliğinde el birliğiyle çare aranıyor, bulunuyor da. ‘Aman, başının çaresine baksın.’ diyen bir Şaşıfelek sakini çıkmıyor. Biri işsiz kalmayagörsün eşe dosta haber salınıyor. Diğercilik bas bas bağırıyor anlayacağınız. Öğretmene de hala saygı var tabi o zamanlar. Mahallelinin halinden tavrından süzülüyor. Şimdinin velisi gibi sen diye hitap edip iş öğretenler çıkmıyor. He bir de kasabı iyi iş yapıyor. O zaman da eskiye atıfta bulunulup önceleri daha çok iş yapardık şikayeti dile getiriliyor ama insanlar et yiyebiliyor. En dara düşmüşün sofrasında bile birkaç çeşit eksik olmuyor.
Yemek demişken dizide zaman kavramı yemek masalarıyla eşgüdümlü gidiyor. Kahvaltı sofrasıyla başlıyoruz, bazen öğle ve nihayet akşam yemeğinde son buluyor çoğunlukla. Daha çok iç mekan çekimleri var. Dolayısıyla öyle maceradan maceraya koşturacak türden değil. Ama nasıl oluyor, duygular birbirini izleyebiliyor. En olmayacak yerde gözlerimin dolduğunu hatırlıyorum mesela. Zaten izleyiciyi ağlatmak için duygu sömürüsü yapılan dizi/filmlerden çok hayatın olağan akışı içinde samimiyetle insanlık hallerinin gösterildiği sahneler daha etkileyici değil mi?
Yaşamak bir sanatsa Şaşıfelek mahallelisi iyi icra eden sanatçılardan diyebilirim. Eğlenmeyi, gülmeyi eksik etmediklerinden biraz da. Bana göre mizah, birikimli insanların işi. Eğlenmeyi bilmek, gülünç açıdan bakabilmek duygudurum bozukluğu yoksa sahip olunması gereken yetilerden. Sanki zaman ilerledikçe ekran çağı insanları olarak yetimizi köreltmekle kalmayıp agresif, somurtkan, pireyi deve yapan insanlara dönüşüyoruz. Dizi bu yönüyle kısa süreliğine de olsa sizi bulunduğunuz yerden alarak koca koca insanların eğlenceli dalaşmalarına tanık ettirip yüzünüzde tebessüm bıraktırıyor.
Şaşıfelek Çıkmazı’nı konuşup oyunculardan bahsetmezsek olmaz. Derya Alabora, Zuhal Gencer, Fikret Kuşkan, Selçuk Yöntem, Suzan Aksoy, Füsun Demirel, Ayhan Kavas gibi benim izlerken görsel ziyafet çektiğim oyuncuların buluştuğu bir dizi. Yönetmenliğinde Mahinur Ergun ve sonra Çağan Irmak var. Dizi/film izleyicisiyseniz zamanınızın boşa geçmeyeceğini düşündüğüm bir öneri Şaşıfelek Çıkmazı.
İzleyecek olanlar için iyi seyirler.