in ,

Otostop Hikayeleri _ Balat

Camdan yansıyan ışık kör edercesine vuruyordu yüzüne. Buna karşın göz kapakları ve kirpikleri bir perde görevi üstlenmiş, küçük olan gözlerini daha da saklıyordu. Güneşin sıcaklığı, gülümsemesi ve tüm çizgileri doğru orantılı olarak sarıyordu bedenini. Yol yanında uzayıp giderken aklında çalan müziği mırıldanıyor, yanında olmasını dilediği hayalini müzikle canlandırıyor, bedeni yoldayken ruhu başka yollarda, başka şehirlerde, hatta başka evrenlerde geziyordu. Bazen sardalye sürüsüne dalıyor, bazen de göç eden kuşların peşine takılıyordu. Ne muazzamdı aralarına katılmak ama hiçbiri otostop kadar reel olmadı.

Günün birinde bir fikir insanı, otostopun sadece araçlara değil insanların hayatlarına da çekileceğini söylemişti. Haklıydı, hem de yerden göğe kadar haklıydı. Aslında hepimiz yolumuzu ararken başkalarının hayatlarına otostop çekmiyor muyduk? Kimi otostop yol ayrımına takılıyor, kimi yan yoldan devam ediyor, kimi hayatına almıyor veyahut kimileri de hayatından atıyor… Bazılarıysa aynı yolda yoldaşın oluyor.

Yol… Tüm karşılaşılanlar… Evet…  Evet. Hepsini hatırlıyorum, hem de hepsini. Yoldaşım, yoldaşlarım ve yollarım…

Geldiğim ve geçtiğim tüm yolları ve tüm yoldaşlarımı düşünüyorum. Tüm o patikaları, denize varan yolları, çıkmaza açılan sokakları, bulvarları, dönüşleri, giremediğim ve girmediğim tüm diğer yolları… Yavaşça yürüyenleri, taksiye binenleri, metroya koşanları, metrobüsten kaçanları, selam verenleri, bakmadan geçenleri, ağlayanları, ağlatanları, dans edenleri, konuşanları, susanları, sevenleri, nefret edenleri ve tüm o insanları… Doğumumdan ölümüme kadar gözden kaçırmadığım tüm karşılaşmalarımı kristal berraklığında hatırlıyorum.

Uzun yıllar önce Balat’ta yaşlı bir adamla kesişmişti yolumuz. Rum okulunun karşısında ahşabı eskimiş ama halen görkemini koruyan evinin önünde, yine evi kadar eski sandalyesinde oturuyordu. Olduğu yerden, yaşadıklarından, yaşattıklarından gurur duyan bu adam kendi kalabalığının içinde yalnız kalmıştı ya da yalnızlığını saklamak için kalabalığına sığınmıştı. Yarım saat kadar oturduk sokağın ortasında. Evden almamı istediği eski kahve-yeşil desenli, ahşabı esnemiş, evi kadar eski sandalyesine misafir oldum. O anlattı, ben dinledim. O anlattıkça ben onu yaşadım, o da kendini yaşadı, yeniden.

Filinta zamanlarımda, Levent bağlarının gökdelenlerin altına gömülmediği yıllardaydık. Levent sakinlerine pazarı götüren ilk adamdım. Okuma yazmam olmadan, sayıları kazandığım paralardan öğrenmiştim. Çok para kazanmış, çok harcamış ve İstanbul’u kendimce yaşamıştım. Saygı gördüğüm, namımın duyulduğu günlerdi. İstanbul kabadayılarından biriydim ben. Siyah saçlarım, gür bıyığım ve takım elbisem… Peşimde pervane olan tüm o insanlar…  Şimdiyse benim kadar eski bu binada geçmişimle beraber tek başıma yaşamaya devam ediyorum. Tam burada ve tam bu sandalyede.

Çıkmaz sokak tabelasının önündeydik. Yaşlı adamın sokağı ve benim yolumun kesişimi Balat sokaklarından birine denk gelmişti. O günün şanslısı bendim, çünkü o yolu ben seçtim. Bir başka günse bir başkası geçecekti o yoldan. Kim bilir belki başkaları da misafiri oldu o sandalyeye ve adam hep İstanbul kabadayısı olarak yaşadı. Ne olduğu bilinmez ama benim misafirliğimin zamanının dolduğu kesindi. Sandalyeden otostop çekenin ben olduğumu sanarak kalktım o gün, oysa varlığımı fark eden yaşlı adam beni durdurmuş ve bende kendi geçmişine gidiş yolunu aramıştı. Kısa süreliğine de olsa bulmuştu da. Onun yolu orada durmuştu ama benim devam etmem gerekliydi. Bir daha görmeyeceğim ama asla unutmayacağım bir adamı arkamda bırakarak yola devam ettim. Bir başka yoldaşa rastlayana kadar Balat yokuşundan inmeye başladım…

Ne düşünüyorsun ?

4 puan
Artı oy Eksi oy

‘Ay Işığım..’

Ben Bir Amok Koşucusu Değilim