Merhaba arkadaşlar,
Öncelikle bu yazının benim ilk yazım olduğunu belirtmek istiyorum. Filmlere olan ilgim tüm arkadaşlarım tarafından da bilinmekte ve ben de YazanOkur.com’a ilk katkımı yapmak için çok heyecanlıyım.
Size bu yazımda benim filmlere ilgi duymama vesile olan ilk filmi anlatmak istedim. The Matrix filmi dışarıdan herhangi bir aksiyon-bilimkurgu filmine benzetilebilir. İlk izlediğimde yaşımın da küçük olmasının getirdiği etkiyle ben de aynı izlenime kapılmıştım ama ilerleyen yıllarda fark ettiğim üzere durum hiç öyle değil. Belki de bu yazıyı okuduktan sonra filmi çok başka bir açıyla bir daha izleyeceksiniz!
İlk önce size biraz filmin “yıldızlarından” bahsetmek istiyorum. Bu film bir aksiyon-bilimkurgu filmi için toplanmış en iyi oyuncu grubuna sahip belki de! Filmin esas üç karakterinden bahsetmeden önce filmin ultimate enemy(nihai düşman) karakteriyle başlayalım. Ajan Smith yani Hugo Weaving gerçekten kalitenin en üst seviyeye ulaştığı oyunculardan biri. Bence şimdiden efsaneler listesinde. Bu biraz da Allah vergisi bence. Ben sadece çalışmayla açıklanamayacağını düşünüyorum. Gelelim esas adamlara! Neo(Keanu Reeves), Trinity(Carrie-Anne Moss) ve üstad Morpheus(Laurence Fishburne) karakterleri filmin temelini oluşturuyor. 1990-2000 yılları arası doğmuş çoğu çocuk için bir kahramandır hepsi. Oyunculuk yeteneklerinden bahsederek bu büyük ustaları aşağılamaya cüret edemeyeceğimden bu bölümü atlıyorum.
John Wick 2 Galasında tekrar bir araya gelen efsane ekip.
Gelelim filmimizin de adı olan Matrix’in ne olduğuna. Matrix filmi 2199 yılında insanların kendi geliştirdiği yapay zekaya sahip makinelerle savaşmasını konu alıyor. İnsanlar ve makineler arasında bitmek bilmeyen savaş sonrası makineler bir teklifle insanların karşısına çıkar. Bu teklifte insanların, bedenlerini enerji kaynağı olarak makinelere teslim etmelerinin karşılığında insanların zihinlerinin bir programda “gerçek” gibi yaşayabileceği masaya konuluyor. Sonunda bu teklif kabul ediliyor ve insanların zihinlerinin yaşadığı Matrix programı ortaya çıkıyor. Burada beni daha en baştan en çok etkileyen nokta vücutlarımızın bir amaç değil bir araç olduğunun empoze edilmesiydi. Burada düşünce gücüne son derece kuvvetli bir vurgu yapılıyor. Bence bu bile zihnimizin ne kadar güçlü olduğuna bir örnek. Ama bu düzen böyle gitmiyor çünkü insan içinde yaşadığı programın aykırılıklarını seziyor ve programdan çıkıp kendi bedenine dönmeye başlıyor. Burası da bana bir yandan beden ve zihnin birbirini tamamlayan bir bütün olduğunu gösteriyor. Makineler bu durumu görünce insanların kaçtığı Zion şehrini her defasında bombalıyorlar ve aynı düzen yeniden başlıyor. İnsanları anlamak için yaratılan makine Oracle ise bu sorunun ancak barış ile sağlanabileceğini söylüyor. Barışı sağlayabilecek tek kişi de The One adını verdiğimiz seçilmiş kişi. İlk beş seçilmiş kişi başarısızlığa uğradıktan sonra karşımıza Neo çıkıyor. Morpheus tarafından verilen direktiflerle gücünün tamamını kullanıp Neo insanlığı kurtarıyor. Bu filmde benim için Morpheus bilgeliği, Trinity iradeyi, Neo ise hayal gücünü ifade ediyor. Film bize gerçekliğin aslında ne olduğunu veya olmadığını sorgulatıyor ve bir yandan da kendimizle başbaşa kalmamızı sağlıyor.
Bir konuyu daha eksik geçmeden anlatıp bitirmek istiyorum. Filmdeki efekt kalitesini dürüst olarak söylüyorum 2018 yılında ben hala görmedim. CGI kullanıp filmleri çizgi filme yaklaştırmakla gerçek efekt yapmak arasında fark olduğunu umarım yapımcılar anlar.
Follow the white rabbit!
Yağız Gökmenoğlu