Zifiri karanlığın içinde aydınlık bir yolun tam ortasında yatan biri vardı. Bir süre geçti hareket etmeye başladı. Kalkmak için biraz çabaladı ama bunu başaramadı ve tekrar yerine oturdu. Başı ağrır gibi biraz başını ovdu. Tekrardan ayağa kalkmak için hareketlendi, bu sefer başardı. Ayağa kalkana dek nerede olduğuna dair hiçbir şey düşünmemişti. Meraklı bir biçimde etrafına baktı ama nerede olduğuna dair hiçbir şey anlamadı. Temkinli adımlarla yürümeye başladı. Merakı hâlâ sürmekteydi, sürekli nerede olduğunu ve nasıl buraya geldiği konusunda söylenip duruyordu. Bir anda olduğu yerde durdu. “Neredeyim, neden buradayım, nasıl buraya geldim? Bir dakika bu sorulardan önce ben kimim, adım ne? Bunları bile bilmiyorum.” Söylenmeleri bittiğinde merakı iyice yoğunlaşmış bir biçimde yoluna devam etti. Yürümekten değil de düşünmeye çalışmaktan yorulmuştu. “Neden?” sorusu tüm bedenini sarmış durumdaydı. Bir ışık kaynağına yaklaştığını anlamaya başladı. Her yaklaştığında bunun bir ışık kaynağı değil karanlığın içinde kendini belli eden beyaz bir kapı olduğuydu. Açtı kapıyı içerisinin beyazlığı gözünü aldı, acıdı gözleri, biraz da kamaştı, kör gibi oldu. İçerisinin aydınlığına alışınca girdi içeri. Çok yürümeden karşısına bembeyaz bir kapı çıktı. Biraz korkmuş, fazlaca meraklanmıştı. Ne yapması gerektiği hakkında bir fikri yoktu. Buna karşılık merakı ona açması yönünde bir fikir sundu. Yavaşça açtı kapıyı. Bir ameliyathaneye açılıyordu bu kap. İş iyice garipleşiyordu. Burada bir doğum gerçekleşiyordu, yüksek seste bağırmalar, korku ve mutluluk dolu gözlerle bakan bir adam eşini sakinleştirmeye çalışıyordu. Bir ağlama sesi duyuldu. Çocuk doğmuştu, bunu gören baba kendini tutamadı ve ağlamaya başladı. Kimse hâlâ içerideki fazla kişiyi fark etmiyordu. “Neden kimse beni fark etmiyor? Sesimi duyan var mı?” Şaşkın durumda içeride gezip birinin onu fark etmesini bekliyordu. Bu olmadı. Bebek odadan çıkarıldı. Anne de çıkartılmak için hazırlanıyordu ama halen kimse onun varlığının farkına varmadı. “Burada olanlara akıl sır erdiremiyorum. İçeri girdim ve gezdim ama kimse beni ne gördü ne de duydu bu nasıl olur?” diye söylenerek çıktı odadan. Yürümeye devam etti. Buna hala yanıt bulamıyordu. Sorularına yanıt bulamamak onu rahatsız ediyor ve onu düşünmekten sıkıyordu. Çok geçmeden bir kapıya daha rastladı. Bu diğerinden biraz farklıydı. Diğeri dümdüzdü burada az da olsa işlemeler vardı ama renk olarak ötekinden farksızdı. Bu sefer kapı açma faslı çok sürmedi. Hemen girdi içeri. Hastane odası gibi bir yerdi ve biraz kalabalıktı. On yaşlarında bir çocuk, ortalama elli yaşlarında iki adam ve iki kadın vardı. Bunlar yeni doğan çocuğun abisi, dedeleri ve nineleriydi. Aralarında tatlı bir mutluluk vardı. Hâlâ fark edilmiyordu ve garip hareketler yapıp garip sesler çıkarıyordu, bu da işine yaramadı. “Çocuğun ismini ne koyacaklar acaba? Merak ettim şimdi.” diye söylendi, kendini duruma kaptırdı. Aynı soruyu çok gecikmeden yaşlı adamlardan biri sordu. Adam; karısına baktı, sen söyle der gibi bir hali vardı. “İbrahim olsun.” dedi anne mutlu bir bicimde. Herkesin onayını aldı isim. Çıktı odadan. Kafasında bir ışık çaktı ama biraz derinlerde olacak ki biraz zorlandı ne olduğunu hatırlarken. “Adım İbrahim’di.” diye mutlu bir şekilde bağırdı. Yürümeye devam etti. Bir kapıya rastladı yine. Bu kapı diğerlerine göre biraz daha yakındı, açtı girdi. Masanın başında bir kişi ve karşısında daha önce gördüğü anne ve baba vardı. Memur: “Çocuğun ismi nedir?” dedi, anne yanıtladı: “İbrahim” dedi. Memur: “ Annenin ve babanın isimlerini de alabilir miyim?” dedi, bu sefer baba yanıtladı: “ Anne adı Leyla, baba adı Hasan.” dedi. Memur: “Son olarak doğum tarihi nedir?” dedi, anne yanıtladı. Bunlardan sonra içerideki sesleri duyamamaya başladı. Az önce yaşadığı şeyi tekrardan yaşadı. Neredeyse birebirdi her şey. “Bu duyduklarım bana dair şeyler hatırlamamı sağlıyor fakat ne duyduysam aynısını hatırlıyorum. Bu duyduklarımın benimle bir ilgisi mi var acaba? Bir dahaki kapıda da duyduklarım bana dair bazı şeyler hatırlatırsa iş garip bir hâl alacak. Hiç meraklanmadığı kadar merakı, hiç hızlı olmadığı kadar hızlı bir şekilde karşısına çıkacak ilk kapıya doğru yürüyordu. Çok geçmeden bir kapı çıktı karşısına. Bu da diğerlerinden farklıydı, biraz daha islemeliydi renginde herhangi bir fark yoktu. Açtı kapıyı. Anne, baba yaşlanmıştı biraz. Çocuk da neredeyse yedi yaşına gelmişti. Hep beraber yürüyorlardı. O da onlara katıldı ve birlikte yürümeye devam ettiler. Ortalama büyüklükte bir bahçeye girdiler bahçede büyük bir bina vardı. Çocuk heyecanla: “Burası mı benim okulum?” anne hemen yanıtladı: “Evet oğlum.” anne biraz telaşlıydı ve oğlundan daha heyecanlıydı okul konusunda. Girdiler okulun bahçesinden. İbrahim arkalarından gidemedi. Çıktı tekrar kapıdan. Kapı sürekli onu takip ediyordu ama sadece açıldığında çıkabiliyordu. Gözleri dolu bir şekilde çıktı içeriden. Kendisine dair şeyleri hatırlamak onu çok mutlu ediyor, duygusal anlar yaşıyor. Bir yandan da gördüklerinin izahını yapamamaktan dolayı üzgündü. Kendi kendine: “Nasıl olur da buraya geldim, ne amaçla buradayım, bu gördüklerim nasıl benim geçmişim olabilir?” Düşünmek bazen bir sonuç vermez, olayı seyrine bırakmak gerek bazen. İbrahim de böyle yaptı. Olay artarak ilgisini çekiyordu. Kendisine dair bir şeyler öğrenmek mutlu ediyordu onu. Uzun zamandır yürüyordu fakat bu süre zarfında karşısına bir kapı çıkmadı. Sıkılmıştı bu da hız konusunda onu etkiledi ve biraz yavaşladı. Tam ümidini yitirdiği sıralarda karşısına bir kapı daha çıktı. Bu diğerlerinden epey farklıydı. İşlemeleri çok etkileyici ve rengi griydi. Açtı kapıyı gördükleri de diğer kapılarınkilerden farklıydı. Gözü kendindeydi. Etraf çok kalabalıktı. Okul çıkışıydı ama hiç ilkokul gibi değildi, burası liseydi. Burada kendisini bulmak çok daha zordu. Bir süre baktı ve buldu kendisini, çok değişmemişti. Hemen yanına gitti. Büyülenmiş gibi bakıyordu, bir bakıma da öyleydi zaten. “Yeşil gözleri, yeni filizlenmiş buğday tarlaları kadar güzeldi. Kısa kesilmiş kıvırcık saçları rüzgarla bir o yana bir bu yana süzülüyordu. Dudağının üzerinde bulunan ben ona verilmiş bir armağandı, güzelliğine konulmuş son noktaydı. Güzelliği doğa kadar saf, etkileyiciydi.” Bu büyülü düşünceler yolu kapattığı gerekçesiyle onu uyaran adamla dağıldı. İbrahim, kendinden bihaber olan gençliğine yolunda eşlik etti. Bu yolculuk boyunca gençliği dalgın dalgın bakarak yoluna devam etti. Arada sırada şarkı mırıldanıyordu, sesinin güzel olmadığını fark edince susuyordu. Kapı açıldı o kendi yoluna gençliği kendi yoluna gitti. Yolda aklına ilk aşkı geldi. Neredeyse İbrahim’in düşüncelerine yakın şeyler geçti aklından. “Ne güzel kızdı.” diye söylendi. Biraz zorlayınca daha fazla şey hatırladı. “Güzel günlerimiz geçmişti. Kendisiyle tanışana kadar ne zorluklar yaşadım.” bunları hatırlayınca tebessüm oluştu yüzünde. Yolu bunları düşünerek geçirdi. Düşünceleri bir yerde takılıp kalınca tekrar canı sıkıldı. Bu zamana kadar her şey iyiydi daha kötü bir şey yaşanmamıştı. Bundan korkmuyorum değil ama kendine bunu açıklayamıyordu. Kafasındaki çıkmaz sokak onu çaresiz bir duruma düşürmüştü ki yine karşısına bir kapı çıktı. Uzun süredir yürüyordu ve ilk kez bu kadar arayla bir kapıya rastladı. Kapı, saraylarda bulunanlara benziyordu. Rengi siyaha yakın bir griydi. Yine aynı heyecanla açtı kapıyı ve aynı istekle girdi kapıdan içeri. Bayram yerine benzer bir ortamda buldu kendini. Ne çok kalabalık ne de sakin bir ortamdı. Ama kimi gördüyse mutluydu. Odaları tek tek gezdi görünmemenin rahatlığıyla. En sonunda da salona vardı. Kapıda dikildi ve soldan başlayıp herkese tek tek baktı Baktıkları hakkında bir şeyler düşündü. Uzun sürdü baştan sona gelmesi fakat son kişiye geldiğinde dondu kaldı. Bu kendisiydi, çok takılmadı. “Herkes mutlu olduğuna göre kızı bana istemiyorlar.” dedi ve güldü. İçerideki ortamdan anlamış olması lazım çünkü bu kadar hızlı bir şekilde konudan konuya atlayan başka bir muhabbet yoktur. Siyasetten spora her alanda bir yorumda bulunuldu. Bu konu değişikliğini de kız evi yapıyordu. Kızını veriyor sonuçta biraz sohbeti uzatıyordu. Gençliği kapıya bakıp utançla karışık bir gülümseme atınca korktu, hemen arkasına baktı, bu diğer kapıda gördüğü ve kızdı. ”Daha az önce lisedeydik ne ara kız isteme yaşına geldin sen be.” Genç İbrahim, büyülenmiş gibi hâlâ kıza bakıyordu. Bu bakışı bir önceki kapıda ilk ke gördüğünde atmıştı. Aklından geçen aşk dolu cümleleri durduramıyordu. Gökyüzündeki en parlak yıldızı seçmişti. Onun ışığı diğer yıldızları görmesini engelliyordu. Kız elinde kahve tepsisiyle girdi. Eli titriyordu heyecandan, fincanları çıkardığı şakırdamalar salonun öbür ucundan duyuluyordu. Kahveleri ikram ettiğinde dizini hafif kırıp gülümsemesi hem geç İbrahim’i hem de orta yaşlı İbrahim’i büyülüyordu. Kız istendi, söz kesildi. İbrahim kendi sözünü davetsiz bir misafir gibi izledi. Gençliği kadar mutluydu. Genç İbrahim’den de utandı bir ara, o saf ve temiz bakmaları ne kadar hayran olunası bir davranışsa da dışarıdan biraz salakça görünüyordu. Gitme vakti gelmişti İbrahim için. “Ne garip sözüm kesilirken bir yabancı gibi izledim.” dedi, yoluna devam etti. Yol boyunca sadece son cümlesi hakkında düşündü. Fakat bir sonuca varamadı. “Kendine dair ne bilmiyorsam bu yolda karşılaştığım kapılarda öğrendim.” dedi, bu da onun tüm mantık dolu fikirlerini temelinden yıktı. Mantıklı hiçbir şey yoktu. Düşünmeden sadece yürüdü bir süre. Biraz rahatlamış görünüyordu. Bu rahatlama çok uzun sürmedi çünkü karşısına bir kapı çıktı. Bu kapıya çok dikkat etmedi. Kapının diğerlerinden siyah olduğu dışında. Kapıdan geçer geçmez kendini alışık olmadığı bir kalabalıkta buldu. Herkes gereksiz bir şekilde süslenmişti. Düğünde olduğunu fark ettiğinde düğünün kendi düğünü olduğunu da anladı. Bir ay parçası kadar güzeldi gelinlik içinde. Genç İbrahim’in yüzündeki mutluluğu, aşkı anlatmaya yeterli kelimeler, cümleler bulmak imkansızdı. Öyle bir şeydi ki bu bütün dillerin zenginliğinden faydalanılsa bile olmazdı. Her şey kusursuzdu. Burada bulunduğu süre zarfında İbrahim bir kelime bile konuşmadı. Olayın seyrine bıraktı kendini. Bu mutlu günü tekrardan ve ilk kez yaşıyormuş gibi olmak onu mutlu etti. Nerdeyse ilk günkü kadar mutluydu. Düğün bitime yaklaştı. Neredeyse kimse kalmadı. Birkaç kişi kalmıştı sadece. Onlar da gelin ve damadın arkadaşlarıydı. He bir de İbrahim vardı. Arkadaşlarından biri genç İbrahim’i çağırdı. İbrahim yorgun fakat neşeli bir tavırla gitti yanına. “Otel rezervasyonun hazır kardeşim.” dedi. Minnettar bir şekilde: “Teşekkür ederim kardeşim sağ ol.” Genç İbrahim ve rüyası beraber uzun bir yolculuğun başındaydılar artık. Bu yolculuğun ilk rotası da balayını yapmak için tuttukları oteldi. Otelin adresinin bulunduğu kağıda baktı ve yola koyuldular. Otel bulundukları şehrin tatil beldelerinden birindeydi. Bunun ikisi için de önemi yoktu, bu yolculuk onlar için sadece bir başlangıç. Bir süredir arabada sessizlik hakimdi. İbrahim pürdikkat yolu izliyordu. Eşinin sessizliği onu rahatsız etmiş olsa gerek sağına baktı tam bir şey söyleyecekti ki bir peri edasıyla uyuyordu olduğu yerde. Arka koltukta bulunan İbrahim, olayın büyüsüyle bir olmuş seyrediyordu olanları. Sevginin ne kadar bir şey olduğunu hatırlıyor ve bunun en güzel haline tanık oluyor. İbrahim’e burada da ayrılan vaktin sonuna gelmiştik. Yine yoluna çıkmıştı, yürüyordu ve içinde filizlenen aşk tohumlarını hissediyordu. Kendine olan bu yolculuğunda çok şey öğrenmişti kendisinden. Aşkından boğulacakmış neredeyse. Uzun zamandır yürüyordu, bu yürüyüşü sonsuza kadar sürebilirdi onun için ağzını açmaz yürürdü. Söylenecek bir hâl de yoktu. Kapıları açmıyor ve sadece yürüyordu. Gördükleri ona yeterdi herhalde. Gördüğü son şeyin sevginin en saf hali olmalıydı. Bundan sonra göreceği hiçbir şey bu kadar güzel olamazdı. Yolun sonunu gördü. Simsiyah bir duvar ve tam ortasında bembeyaz bir kapı vardı. Durdu kapının önünde, derin bir nefes aldı verirken nefesiyle uyumlu bir biçimde yaşlar süzüldü. Açtı kapıyı ve kısa yolculuğun sonu sonsuzluktu.