Kalemi elime aldığım an, sanki erimeye başlıyor. Kafamın içi saçlarım kadar karışık. Arapsaçına döndü; her şey. Ama her şey…
İçimde, havanın -10 derece olduğu bir yerde, kocaman bir meydanın ortasında yapayalnız ve çırılçıplak kalmışım da titriyorum, hissi var. Bu his çok gerçekçi. Biraz daha kendimi kaptırsam, içimde sıcak bir iklime sahip bir dünya yaratacağım ve kendimi o dünyaya gözlerimi kapatıp sabitleyeceğim Inception misali. Ne yöne gitmeliyim, ne yapmalıyım hatta nasıl adım atıp yürümeliyim onu bile bilmiyorum.
Bomboş hissettiğim, çoğu zaman da hiçbir şey hissetmediğim doğru ama bunu belli etmeyişim ve etrafa saçtığım plastik gülüşler de midemi bulandırmaya başladı. Etrafa kandırmam yetmiyormuş gibi bir de kendimi kandırıyorum. Ama pişman mıyım sizce?
Tabi ki hayır, pişkin pişkin sırıtmaya devam ediyorum. Kafama koyduğum birkaç hedefi de halledip toz olacağım, merak etmeyin.
Konuşmayı pek sevmem, eğer konuşmaya başlarsam iç sesim kesilir. Bu durumdan da hoşlanmam bu yüzden genelde dinleyen taraf oluyorum. Yani işime geliyor. Çünkü insanlar ateşli bir şekilde kendi düşüncelerini sanki her boka sahipmiş ve çok biliyorlarmış gibi savunurken ben onların bu değiştirilemeyecek olan kesin tavırlarına hem acıyor hem de piç gülüşleri atıyorum.
Kafanın içine giren ya da kendi kendine oluşturduğun her fikir/fikrin değişmeye mahkum. Bu bir gerçek yani ama sen niye bu kadar diretiyorsun?, diyemiyorum. Dedim ya, ya dinleyip kafa sallıyorum ya da birkaç kelime edip susuyorum. Genelde de cevaben söylediğim şeyler alakasız oluyor ama onlar kadar saçma değil…
Hayatımın belli bir döneminde neredeyse hiç kimseyle konuşmuyor, onlara tek kelime etmiyordum. Aslında susmamıştım ben, sadece sesimi kısmışlardı.
Dışarıyı, sokakları, doğayı ve denizi izlemeyi seviyorum. Ne yapalım bizim de özgürlüğe sevdamız çok büyük, bağlamasın kimse bileklerimizi. Ama görüyorum ki bağlanan bilekler artık kırılıyor. Konuşacak ağızlar susturuluyor. Gözler bağlanıyor.
İnsanlar mutsuz, şaşkın.
İnsanlar aç, midesiz. Karasız ve doyumsuz. Yüzlerindeki bitkinlik ve soru dolu gözleri de cabası. Ama çoğu soru o gözlerde asılıp kalıyor ve çürüyor. Çoğu soru dile dökülmüyor ya da parmaklara araştırılmak üzere inmiyor. İnsanlar çok fazla çığlık atıyor.
Ben ise oturdum şimdi, kahvemi ağır ağır içiyorum, gamsızca.
Bu, beyinlerden daha büyük ayaklara sahip yaratıkları, alışveriş merkezlerinde, cadde ve sokaklarda izliyorum. Yetişmeleri gereken onca işleri varmış ‘gibi’ hareket etmeleri beni açıkçası eğlendiriyor. Aslında evet, yetişmeleri gereken yerler elbette var ama asıl yerler oraları değil. İnsanlar, çoğunlukla ben de, asıl amaçlarımız dışındaki yerlerde ömür tüketiyoruz. Maddeci olmaktan yılmıyor ve zevkdışı her türlü işi bir zevk objesine çeviriyoruz.
Ben en büyük ve en doğal zevki sanatta buldum. Gözümün değdiği, kulağımın işittiği, beş duyu organımın algıladığı her veriyi altıncı hissimle yorumlamaya gayret gösteriyorum. Çünkü artık bu benim kişiliğimin bir parçası ve herkes kabul etmek zorunda.
*******
Umursamazım diyorum ama gerçekten öyle olsaydım bu kadar derin düşünmeye kalkmaz ve bunları yazmazdım. Ben de bazen umutlanabiliyorum, ne ilginç! Belki dünyada bir saniye daha fazladan kalmayı istemek için gerekli bir neden vardır. Kim bilir?
İZMİR- A.BAL