Geçen hafta ne okusam diye sızlanırken bayadır beklettiğim Anne Frank’ın çocuk olarak yazdığı ilk ve son eserini okudum. Şuan nereden başlasam diye gerçekten acı çekiyorum. Kelimeleri kullanamıyorum ki aynı şekilde kafamı da. Şuan bunları söylettiren bana kalbim, emin olun. Kitabı bitirmem bir buçuk günümü aldı. Eminim ki etkisi tüm yaşantımı saracak. Yazdıklarını okurken hep şunu söyledim hem içimden hem dışımdan ‘Hadi canım bunları yazan bir çocuk mu?‘ İnanamıyordum çünkü benim tüm dengemi sarsan bu kelimeleri küçük bir kız yazamazdı. Zaten sayfalar ilerledikçe zihnim ikiye bölünmüştü. Bir yanım ‘Yok, bunu bir çocuk yazamaz’ derken diğer yanım ‘ Bu kadar saf duygular çocuktan başkasına ait olamaz’ diyerek çatıştı. Bir sayfada, hayatı duvarlar arasında geçen ve yaşayıp yaşayamaması piyango işine dönmüş küçük bir çocuğun çaresizliğinin kazandırdığı bilgeliği okurken diğer bir sayfada genç kızlığa adım adım ilerleyen kız çocuğunun gücünü ve duygu karmaşasını okuyorsunuz.
Bazı sayfalarda ailesine sürekli sinirlenen bu kıza tatlı tatlı gülümsedim çünkü kendimden bir şeyler görmüştüm. Kendi on dört yaşıma dönüp sinirlendiğim şeyleri bir kere daha zihnimde hissettim. İç sesini kalemiyle yapıtlaştıran bu küçük kız aynı zamanda etrafı inanılmaz şekilde iyi gözlemlediğini sergiliyor yazdığı içli yazılarda. Tutsaklığın dayattığı çaresizliğin karşısında özgürlük aşkı sayesinde ayakta duruyor zihnini. Ayrıca kitapta dikkatimi çeken bir diğer şey ise belki saçma olacak ama yaşadığı tutsak ortamda bile eğitimini aksatmaması oldu. Bu özeni tek kendi değil ailesi de gösteriyordu. ‘Yaşayıp yaşamayacağımız bile belli değil’ diyerek sürekli sızlanmayı yasaklamış gibiydiler yaşantılarında. Bu bakış açıları çok gururlandırmıştı beni, kitabı okurken.
Kitabın sonunu hep merak ederek okudum. Elbette biliyordum hayatta olmadığını ama merak ediyordum en son ne karalamıştı o özenle yazdığı günlüğüne. Son sayfayı yani son yazdıklarını okuduktan sonra hemen bir yan sayfada son yazısı olduğu ve yazdıklarından sonra saklandıkları yerin bulunmasıyla kampa götürüldüğü yazılmıştı. Ağladım. Hemde pişman ola ola. Çok istedim o hayalleriyle saklandığı yerden çıkarılırken onların ellerinden onu kurtarmayı. Sinirlendim. İnsanlığa bir kere daha sinirlendim. Tüm iş, dinimiz veya hangi milletten oluşumuz mu? Hemde yüz yıllardır. Tüküreyim o zaman inandığınız sonuçları kanlı olan inançlara.
Belkide kitabı okuduktan sonra beni sarsan asıl şey geçmişte yaşanılan olayların ve inanılan kanlı inançlarının hala yaşıyor olması oldu. Hiçbir şeyin kesinlikle değişmemesi kırdı kalbimi. Kötülüğün sürekli maske değiştirmesiydi canımı sıkan. Ne yapabilirim diye çok düşündüm hem de günlerce. Yüksek mevkilere mi ihtiyacım vardı bir insanı hayatta tutmak için? İlk başlarda buna inandım. Saçma! Bir başka canı hayatta tutmak için tek gerekli olan şey, insan olarak kalmayı başarabilmekte. Hissedebilmekte tüm olay.
Ya da hayalleri olan bir yetişkin gibi değil de hayalleri olan çocuk gibi bakabilmekte tüm hayata.
Üzgünüm Anne. Sadece üzgün…