in ,

Ah Müjgan Ah!

AH MÜJGAN AH ! -1970 (Bir SADRİ ALIŞIK Klasiği) 

Yönetmenliğini Mehmet DİNLER, senaristliğini Safa ÖNAL’ın yaptığı 1970 tarihli payidar bir film. Başrollerini Sadri ALIŞIK ve Esen PÜSKÜLLÜ’nün çektiği filmin senaryosu, konusu, oyuncuları ve her şey bir yana, Sadri Abimiz bir yana. Sadri Abinin sesine dokunmak gibi bir şey onu dinlemek. Ses tellerindeki yakınlığa ve sıcaklığa sarılıp mütemadiyen hemhal ediyor insan. Bir delikanlıyı bile 74 dakikada deliler gibi ağlatabilen bu nadide film nasıl cereyan eder bir bakalım:

Sadri ALIŞIK’ın oynadığı Hüsnü karakterinin düzgün bir geliri yoktur lakin vurulmuştur bir defa  Müjgân‘a. Gecesi de gündüzü de Müjgândır. Aldığı her nefes Müjgân için, Müjgânın ‘dört defa lacivert’ bakışları içindir kendi varlığı ve sahip olup, olamadığı her şey.  Çünkü Müjgân demek sonuna kadar yaşamak demektir. Müjgân onun için dünyalar güzelidir ve her bir mücadelesi ona kavuşmak içindir. Onu ve güzelliğini değerli kılacak her şey değerlidir. Hüsnü’nün her bir hareketi Müjgân’dır. Müjgân atar kalbi, Müjgân söyler dili, Müjgân kokar kelimeleri… Söylediği şarkılarda, içtiği gazoz ve rakıda ve bütün buruk gülümsemelerinde hep Müjgân vardır. Müjgân sessiz bir vaveyladır dudağının kenarına yapışan, Müjgân umutlanmak, nefes almaktır: Meftunu ve asumanıdır bir kalendermeşrep, bir garip  pejmürdenin. Müjgân var diye var Hüsnü.

Evlenecek ve mutlu, mesut kurdukları yuvada, bahtiyar bir yaşam süreceklerdir. Müjgân’lı hayallerini öyle bir anlatır ki Hüsnü, mütemadiyen Müjgân olmak gelir, lakin Müjgân’ın yakışıklı ve zengin bir insan-ı zindanı tercih etmesiyle Müjgân olmak gider içimizden. Öyle ki, bir zaman gelecek hayallerini ve Müjgân’ı birarada ancak şöyle tanımlayabilecektir:

“Semtimizin bir tanesiydi Müjgân, saçları sırtına kadar sırma sırma dökülür. Elleri ufacık, gözleri dört defa lacivert. Ve her ne hikmetse, o da bana gönüllüydü. Öyle bir sevdim ki Müjgân’ı, dünyamı şaşırdım, haddimi bilemedim, evleniriz gibi geldi bana. Evimiz, yuvamız olur, ışığımız yanar, fakir soframız kurulur gibi geldi. Sahil bahçesinde gazoz içerekten gizli gizli mal-ü hülya kurardık. Sonra da çarşılara giderdik. Eşya beğenirdik elden düşme; aynalı konsolumuz, topuzlu karyolamız bile olacaktı. Müjgan’ın her an her bir daim yanında olacaktım ama olmadı, gitti. Nereye mi? Paraya gitti abicim, paraya…”

Paranın rengi Müjgân‘ı baştan çıkarır. Hüsnü artık Müjgân için  yaşlı ve çirkindir, üstelik de annesinin dediği gibi meteliksizin teki…Kendisine verilen sözler unutulur, umut ışığı bir bir söner Hüsnü’nün, terk edilir. Oysa bütün bu terkediş Müjgân’ın işe girmesiyle içten içe başlamıştı. Demişti Hüsnü: “Bir kız kendi evinden bir de kocasının evinden başka bir ev görmemeli. Başka hayat bilmemeli, zor olur sonra. ” Haklıymış Hüsnü, zor oldu sonrası Müjgân için. Ne yaptıysa ikna edemedi onu. Hüsnü ‘kıyak adam’dır, soyadı da karakteri gibi NEŞEDENYANA. Ancak Müjgân umudunu da neşesini de alıp gitmiştir. Tek zenginliği Müjgânken zaten hali hazırda fakir olan Hüsnü tek bir sözüyle çizdi Müjgân’ın geleceğini :

“Ah Müjgân, sen kağıt paradan kanatlarınla cehenneme uçtun.”

Arkadaşları Hüsnü’nün hayata tutunması için iş bulur ve sahneye çıkarırlar. Hüsnü NEŞEDENYANA adını ve meddah karakterini konuşturup insanları güldürür, yeri gelir hüzünlü hikayeler anlatır. Komik adamdır Hüsnü ancak içinde dinmek bilmeyen Müjgân acısı vardır. Ve bu acı, laneti olup karşısına birgün dikilecektir. Çok paralar kazanır yeni işiyle Hüsnü. Müjgân ise kocası tarafından  “Benim için kazanmam gereken bir yarıştın Müjgân” denilerek terkedilmiş, çocuğuyla birlikte beş parasız, bir paçavra gibi kenara atılmıştır. Hüsnü’yü sahnede izlemeye gittiğinde onun kendi hüzünlü hikayelerini anlattığını görür. Hüsnü artık o eski Hüsnü değildir. Gazinoda gösteri bitişinde  Müjgân’ı kolundan tutarak  o dar sokaklara sığmayan arabasına bindirir, tıpkı Müjgân’ın daha önce bu yollara sığmayan bir arabanın içinde mutluluğa ve zenginliğe uçtuğunu zannettiği gibi biz de- bu sefer gözleri dört defa lacivert olan Müjgân ile meddah Hüsnü NEŞEDENYANA’nın kavuştuğuna inanırız . İçimizi buruk bir heyecan kaplar. Bilakis Hüsnü, meddahlıktan kazandığı paralarla aldığı lüks evine getirir Müjgân’ı , ağlayarak şu satırları söyler:

“Bulabilecek misin o eski Müjgân’la Hüsnü’yü.
Hadi koş ,ara, bağır çağır, gelsin Müjgân’la Hüsnü.
Ne sen o Müjgân’sın ne de ben o Hüsnü’yüm !”

 

Müjgân’ın pişmanlık kokan yalvarışları ikna edemez Hüsnü’yü. Evi ve arabayı Müjgân’a bırakır ve çekip gider. Bu gidiş Yeşilçam’a ve izleyiciye bir ihanet niteliği taşır çünkü hiç beklenmedik bir şekilde- sevenler kavuşacakken kavuşamadan bitmiştir film.

Bir yandan kavuşmalarını isterken bir yandan da “ İşte sen kıyak ve harbi bir adamsın Hüsnü, sana da bu yakışır” dedirtti bana bu film. Sevmek her şey değildir. Haysiyet  gerektirir. Şerefi vardır sevmenin, başlıbaşına bir karakterdir sevmek; ezgidir tarifi olmayan, bir meram, bir nidadır ve müzmin olursa değerli olur. Bir buhrana elfida der gibi mütevazidir, ayrı bir sanat ayrı bir muzipliktir Hüsnü gibi…Müşkülpesentliği ve yeisliği çarnaçar uçmağa yollar ve bir eyvallah çakar gönlüne. Mazi kokar bir tarafı Hüsnü gibi, bir tarafı halihazırda Müjgânsı bir değişim. Bilakis sınamaz sevdasını işgüzarlıkla, zorlaştırmaz kolaylaştırır, yormaz yorgunluğunu alır, sevmek güzel sevince sevmek olur. Çünkü bilen bilir, aşık adam sınanmaz. Sevgiden yana şansınız açık olsun diyor ve yine son sözü Sadri baba söylesin istiyorum:

“Hayat demek, ölümü beklemek demektir. Az çok hepimiz denizi, yıldızları, ağaçları işte falanları filanları göreceğiz, birçok şeyin tadına bakacağız, sonra da ister istemez ‘gidiyorum elveda’ şarkısını söyleyeceğiz. Öyleyse gidenin de kalanın da gönlü hoş olsun.”

Ne düşünüyorsun ?

0 puan
Artı oy Eksi oy

Bir cevap yazın

Rüya

Daire