Sıra sıra dökülüyor kalemime, aklıma mesken kuran her düşünce. Sanki kelimeler zehre bulanmış ve kağıt yerine derimin yedi katına birden yazılmış. Bu deri kimsesiz gönül kapılarının üstüne”Bismillah”yazan bir hattatın kullandığı son kağıttan yapılmış.
Derimin ilk katına merhamet yazılmış. Karanlıklar içinde saklanan gözlerim bu kelimenin ışığı karşısında tüm gafletini kuşanmış.Ama sabah ezanının arasında gizlenen ruhum seherin hırçın rüzgarına açmış kendini.Gözlerim bu hırçınlığın karşısında parçalamış bendini. Ve tövbegah evlerin kapısına asılan seccadeye bırakmış kendini.
Derimin ikinci katına edep yazılmış ve utangaç bir renge boyanmış.Dilek ağacına asılan ipler gibi bu kelimeye de en çok zaman asılmış.Çünkü zamanın kibrinde kaybolan algılar bu zarif kelimeyi sadece kadınların hayatına sıkıştırmış. Oysa bu kelime erkeklerin kirpiklerini asılmış da görememiş kimse. Toplum tarafından değişmez doğrular edinmişler kendilerine. Çünkü edep onlar için kışlık ceketin iç cebinde unutulan eski bir saat kadar değersizmiş. Oysa edep bazen bir kitabın ön sözünde, bazen toplum içinde kısılan ses tonunda, bazen de bir çocuğun bayramda üç şekerden fazla almayışında saklıymış.Aslında edep kör kalplerin keskin çağrısıymış. Bu çağrıya yakışan en güzel anlam topuklarına seccade izi geçen bir dedenin evinde saklıymış.Duvara asılan kahverengi Kur’an kılıfına, edebin en güzel tonu saklanmış.Ve görmekte güçlük çeken gözleri o edebin güzelliğini görmeden de tanırmış.
Derimin üçüncü katına tevazu yazmışlar. Dünyaya en yüksek balkondan bakan ayaklarımı koca bir dünya prangasına vurmuşlar .Kaç avaz dizilmiş boğazıma .Kaç Ali bağırmış kulağıma ? “Yüksekliği istedim onu alçak gönüllülükte buldum “diyen.Dinin ilk meyvesi tevazuyken kaç kibir tohumu ekilmiş evlerimizin kıblelerine ? Bu gidişatın acısı oturdu yüreğime .Derken bir hadis ,avuç dolusu toprak serpti üzerime. Yandı diz kapaklarım ve çöktüm yere .Kaldırdım kafamı, duvardaki Kuranı Kerim kılıfı önümdeydi .Dediler ki ancak bu Kur’an’ı kılıfından çıkartabilecek cesarete sahipsen bu toprağı silkeleyebilirsin üzerinden. Ancak üzülünce göğe bakan sevinince toprağa bakan bir Peygamberin olduğunu hatırlarsan bu zamanı silkeleyebilirsin hayatından.
Derimin dördüncü katına adalet yazılmış.Zamanın fırtınasına kapılan ruhum adaletle arınmış.Ama şahsi ve siyasi düşüncelerin nefreti gölge düşürmüş adaletime. Okul sıralarına şiirler ve şairler değil nefret dolu haykırışlar yazılmaya başlanmış. Ellerimden düşmüş kitaplar. Artık insanın insana tahammülü kalmamış. Çağın içinden geçmiş ruhum .Derken o fırtınada uçuşan ettiğim bir sahaf dükkanın tezgahına takılmış.Gidememişim daha derine ve daha ileriye. Yaklaşmışım tezgaha,uzatmışım elimi ama dokunamamışım kitaplara. O sırada sahaf dükkanın sahibi çıkmış içeriden üstü başı toz içinde. Aniden kaldırmış elini ve antifiravunist bir selam vermiş uyumakta olan benliğime.İrkilmişim tüm hücrelerimle. Alışkın değilmiş kulaklarım bu gerçeğe. O sırada adaletin hançerini eline alan bir adam yaklaşmış bize. Sahaf dükkanın sahibi Kudüs gücüyle kaldırdığı elini savaş sonrası geride kalan bir çocuk yalnızlığında indirmiş yere .Bağırmaya başlamış adam. Elindeki hançeri öfkeyle ve nefretle dövdüğünü anlatmaya başlamış. Ona kötü davranan kim varsa hakkını bu hançerle alabileceğini, adaleti bu hançerle sağlayabileceğini söylemiş. Sahaf dükkanının sahibi hiç istifini bozmadan elini adamın omzuna koymuş. “Bildiğim ve emin olduğum tek şey bayım. Müslümanım diyen herkesin nefret ettiğine karşı bile adaletle sorumlu olduğunu unutmaması gerektirdiğidir.”demiş. O sıra güneş doğmuş sahaf dükkanının üzerine. Dükkan sahibi güneşten daha parlakmış.
O sırada tezgaha takılan ettiğim gelmiş aklıma. Kurtarmak için hamle yaptığımda kitaplar düşmüş ayak ucuma .Kitapları yerden kaldırmak için eğilmişim ama yanmış ellerim, dokunamamışım. O zaman anlamışım. Sahaf dükkanın sahibi, Nuri Pakdil’in kendisi. Adamın elinden almış hançeri ve kırmış. Onun yerine kılıfından çıkarmayı başardığım Kuranı Kerimi vermiş. Hızla dönmüş bana ve ben onun tanıyamamanın verdiği utançla bir adım gerilemişim. O sırada ayağıma demir bir nesne çarpmış. Arkama döndüğümde her yerde kırılmış hançerler görmüşüm. Şaşkınlıkla dönmüşüm önüme lakin sahaf dükkanı ,soluk benizli adam ve Pakdil kaybolmuş .Yine başladığım yere gelmişim. Yine sormuşlar bana .Ne taraftasın? Fısıldamışım. Mutlak adaletin.Kalplerdeki hançerleri kırmaya başlamışım bir bir . Tarafsız diyarların savaşçısı olmuşum.Doğruymuş söyledikleri.Her kelimesi yakarak geçmiş beni ve çınlamış tüm alemde söyledikleri.
“Hak kavramına ne kadar yaklaşmışsak o kadar yükselmişizdir .Hak kavramından ne kadar uzaklaşmışsak o kadar tepetaklak olmuşuzdur.”