Durulmuştu kalabalık. Gelenler gitmiş, nihayet acısıyla başbaşa kalmıştı. Yaşlılıktan bükülen beli bu sabah hepten bükülmüştü. Koyu renkli ahşaptan yapılmış iki katlı evin üst katındaki giriş kapısından dışarı çıktı. İlk yapıldığı günden bu yana evin ön yüzünde eğreti duran bu balkonda ellerini korkuluklara yasladı ve gözlerini önünde uzanan yemyeşil manzaraya dikti. Bakışları yorgun, duruşu yarım kalmış gibiydi. Saat ikindi vaktini geçiyor, akşama yaklaşıyordu. Yağan yağmura aldırmadan merdivenleri indi ve geçen sene kestiği meşe ağacının gövdesinden yaptığı banka oturdu.
İki dizi üzerinde birleştirdi ellerini. Belinin kamburu, vücudunun çelimsiz oluşu ve şu çehresine oturmuş hüzün dünyanın ondan her şeyini alıp götürdüğünü gösteriyordu. Sabahtan bu yana tek kelime etmemiş, tek bir gözyaşı dökmemişti. Ama şimdi bu yağmur ona siper olsun, gökyüzü gözyaşlarını saklasın ve o acısını doyasıya yaşasın.
Bir sevdanın ilk çarpıntısını gördü bu gözler. Ve bugün bir sevdanın yitişine şahit oldu. Sevmenin ne denli güzel olduğunu hissetti bu kalp vakti zamanında. Şimdi ise kaybetmenin acısıyla yandı kavruldu. On yedisinde sevip aldığı goncası bu sabah açmadı gözlerini. Yıllar önce sultanım dedi eşine, bu sabah yine öyle seslendi uyansın diye.
Elli beş yıllık sevdanın son günüydü bugün. Yarım asra maal olmuş sevgi bugün miladını doldurmuştu. Gittikçe hızlandı yağmur. Daha çok aktı gözyaşları. Bedenini esir aldı soğuk ve hapsoldu ölümün getirdiği sessizliğe.
Kırışmış ellerine baktı. İnce uzun parmakları gençlik çağında kusursuz güzellikteydi. Ellerini ne zaman karısının yanağına götürse eşi ellerini kavrayıp avuç içlerinden öperdi. Aralarındaki sevgi dile getirilmese de kalpten hissedilirdi. Bunca yıl bir canda bütün oldular ve bir körpe evi kendilerine yuva yaptılar. Şimdi yuva yerli yerinde, yaren çok uzak memleketlerde…