Burada kaçıncı günüm olduğunu bilmiyorum. Ama sürekli ilk günüm gibi hissediyorum. Etrafımda yeni yeni tanıdığım insanlar var. Birilerini tanımaya başlarken, hep iyi insanlar oldukları düşüncesi siniyor içime. Öyle olup olmadıklarını hiç anlamayı beceremiyorum. Zaman geçmesi gerekiyor, kötü niyetleri somut delillerle görmem gerekiyor. Neyse. Cam suyuna kadar stok yaptığımız bir otel odasındayız. Ailemi, sevgilimi kaybettim. Bu odada yaşarken zaman ve boyutları bile öylesine kaybettim ki, gerçekte olduğundan çok uzak bir anı gibi her şey. Annemi çok özlüyorum. Bir kutu eşyamı teslim ettiler bana. Şanslıyım ki en çok annem var kutuda. Babamı kaybedeli o kadar uzun süre oldu ki, artık burada gibi geliyor. Sevgilim… Bir yerlerde, öyle hissediyorum. Sevgisini hala hissediyorum çünkü. O da başka bir kamp odasında, inanıyorum. Ama bu tesiste olmadığı kesin. Bahçeye çıkmaya başladık ve tanıdığım bir kişiyi gördüm. İlkokul arkadaşım, bahçeye açılan odalardan birinde kalıyor. Bizim odada Mehmet diye biri var. Abimin adı da Mehmet olduğu için, varlığı beni biraz rahatlatıyor. Dün, kalan son 3 içme suyu şişelerinden birini Mehmet’in ablasına verdim. Onun da ailesini kaybetmesini istemiyorum. Cam suyu içsek ölür müyüz? Önümüzdeki günlerde öğreneceğim.
Tüplü televizyonumuz var odada. Buradan tek çıkış yolu. 1 Mayıs 1977’ye gittim oradan. Annemi gördüm ama ben daha doğmamıştım. Annemle konuştum, anlattım. O bana inandı. Annem öyle biridir çünkü. İnanır. Her şeyin mümkün olduğuna inanır, dinler, şans verir. Sonra gerçeklik terazisine koyar. İçgüdülerinden süzer. Doğruyu söylüyorsan, annem sana muhakkak inanır. Başka bir zamana gittiğimde, annemi bulabilirsem eğer, o benim hep en iyi dostumdur. Tüm zaman ve boyutlarda, doğmamış ve var olmamış bile olsam yine de onun kızıyım. Bir defasında da 1992 yılına gitmiştim. Abimin ve kuzenimin çocukluk yılları. Onlar bana tuhaf tuhaf bakmış ve inanmamıştı mesela. Annem bana sarılmıştı. Bir defasında da 2002’ye gitmiştim ve kendimle karşılaşmaktan korktum. Bu yılları kim seçiyor bilmiyorum ama en kötüsü oydu sanırım. Diğer gittiğim yerlerde yılları bilmiyordum.
1 Mayıs 1977 gününden el ilanları topladım. Dağıtan insanların üzerinde tüvit ceketler ve ince kravatlar vardı. Sadri Alışık’ı gördüm, Ayhan Işık’ı gördüm. “Kendinize dikkat etmezseniz 2 yıl sonra öleceksiniz Ayhan Bey, yapmayın böyle n’olur” demek istedim, diyemedim. El ilanları Türkçe, Fransızca, Almanca ve İngilizce hazırlanmış. Hepsini okumaya çalıştım. Ama farklı bir zamandayken okumak çok zor. Çok heyecanlanırsam renkler bile birbirine karışıyor. El ilanlarını kampa geri getirmeye çalıştım ama geçiş evinde kaybettim. Annem geçiş evinin mutfağında karnabahar pişiriyordu. Galeri boşluğundan salona baktığımda zeminin kaydığını gördüm. Bir zamanda kalman gerekenden çok kalırsan böyle oluyor. Mekân parçacıklanmaya başlıyor. Döner koridorun sonu evden kopmaya başladı. Annem gözlerimin içine baktı ve “Gitme” dedi. Beni kampa geri çektiler. Belki de koridorla beraber kopup gitmeliydim. Neden burada tutulduğumuzu, neden bu tanımadığım insanla gruplandığımı hala bilmiyorum. Veya neden farklı zaman ve boyutlara gönderildiğimizi. Normal hayatımda da amacımı bilmiyordum gerçi. Bu bakımdan büyük bir değişiklik sayılmaz. Ama sevdiklerim, ailem ve dostlarımlaydım.
Normal hayatımın son birkaç yılında, mekânın parçacıklanması gibi zihnim de parçacıklanmaya başlamıştı. Nerede olduğumu, kim olduğumu ve geçmişi karıştırıp unuttuğum anlar yaşamaya başlamıştım. Beyin tümörü olduğundan ya da şizofreni başlangıcı olduğundan o kadar korktum ki. Küçükken, istisnasız herkesin hayatının bir döneminde hapse gireceğini ve bir döneminde de delireceğini sanıyordum. Hapse girmek hep çok korkunç geliyordu, delirmek biraz daha yakın ve olası geliyordu. 4-5 yaşında birinin bunları düşünmesi ne kadar normal bilmiyorum. Tek bildiğim, içten anlattığım her gerçek hikâyede biraz yadırgandığım. Birine kendini açıyorsun ve sırf kendini açtığın için yargılanıyorsun. Ne kötü bir şey aslında. Sen mesela bunu okurken benim tımarhane anılarım olduğunu mu düşüneceksin? Veya hiç okuyacak mısın?
Kampta bir adet kedi ve bir adet köpeğimiz var. Tüm tesise ait toplamda birer adet. İkisi de hiçbir şekilde tuvaletlerini yapmıyor ve yemek yemiyor. Havuzdaki sudan içiyorlar bazen. Ne kadar sağlıklı bilmiyorum. Kedilerin böbrekleri hassas diye biliyorum. Umarım başlarına bir şey gelmez. Bu tesiste beni gerçekliğe bağlayan tek şey Kedi ve Köpek. İsimleri bu. Yaratıcı bir yerde olduğumuzu hiç söylemedim zaten, şaşırmamalısın bence.
Burada ezan yok, çan yok, parti tanıtım arabaları yok, başkan yok, CEO yok, yönetim kurulu yok, overlok arabası yok. Yalnızca Sistem var. Herkes doğal bir biçimde Sistem’e uygun yaşıyor. Hatırladığım kadarıyla buradaki üçüncü günüm. Bütün anılarım üç bin gün uzakta.