Yöneltilen soru karşısında sanki -bir şeye- karşı kendimi savunmam gerektiğini düşünüp gelişigüzel birkaç cümle ile alelacele cevap vermiştim ama kendime cevap veremedim o an. Koca bir hiçlik duygusuyla doldu içim adeta, o -bir şey- kendimdim. Benliğimi, var oluşumu kendimden savunuyordum. İnsanın kör noktası bu galiba.Hayal ettiğim o uçurumdan denize bakan varlığıma yakıştıramadım bu sığlığı. Nereden geldiğini anlayamadığım bir his kavuruyordu ruhumu, oluk oluk içime akıyordu çaresizlik sanki.
Kendi kendime ihanet ettiğimi anlamıştım, bu zamana kadar “-mış gibi” yaşadığımı hissediyordum. Asla bitti diyemeyeceğimi bildiğim o yolculuğa çıkarken ne kadar cesurdum? Şimdiyi öldürüp geleceğin sonsuzluğunu düşlerken aslında ölümsüzlüğü arzuladığımı farkettim. Ölmeme arzusu delilik,korkaklık. Yeterince doğa kanunlarını kavrayamamış olmak demek aslında. Kendine gerçekten inanmamak hala o sahte gelecekten değişimi arzulamak demek.Ben kendimi bulacak kadar cesur olmadıkça yolun uzunluğunun da, sonsuzluğunun da önemi yoktu ya da karşıma çıkan fırsatların. Sayfalar dolusu mürekkep görüyordum sadece, anlamsız gözüküyordu çünkü bir damla yetmişti mürekkebi dağıtmaya, sayfaları anlamsız bırakmaya. Güzelliği şimdide bulacak kadar cesur olmadıkça, harekete geçmedikçe hep aynı kısır döngüde kalacaktım. O bir damla bütün mürekkebi dağıtacak, hayatım anlamsız kılınacaktı.
Yaşamak istediğim mutluluklara ket vuran kaygılarımı bir kenara bırakıp şimdinin gücüne inanarak bir daha soruyorum: “Kendimi bulacak kadar cesur muyum?”
Şimdinin sarhoşluğunda kadehimi birkez daha kaldırıp “Evet” diyorum!
O bir damlanın sizin de içinizdeki denizleri taşırmasını umuyorum.