Saat 3.36.
Gecenin en siyahı.
Yine düşüncelerin ağır bastığı anlardan biri. Bu yaşıma kadar böyle anlarda hep ağlamaya sığınmışımdır. Aklımdakileri, kalbimdekileri hep gözyaşlarımla akıtmışımdır. Eskiden aklıma hüzünlü anlarım düştüğünde dolan gözler artık dolmuyordu. Yaşananlar o kadar hissizleştirmişti ki kalbimin derinliklerine ulaşamıyordum. İçimde kocaman bir boşluk oluşmuştu sanki ve ben o boşluğa fark etmeden yavaşça düşüyordum. Kendimi insanların yerine koyamamak bile yakıyordu canımı. Kendim için üzülmeyi bırakmıştım belki de. Olanlara da üzülmüyordum artık. Fakat kendimi rahatlamış değil aciz hissediyordum. Bu boşvermişlik hissettiğim o en narin duyguları öldürmüştü sanki. Kalbimdeki çiçekleri, umutla beliren gökkuşağını, her sabah her şeye rağmen doğan güneşi bulamıyordum içimde. Kendi içimde kaybolmuştum. Ama kaybolduğumu fark ettiğim an çıktım yola. Tam da bu gece. Benliğimi yeniden bulabilmek için fırladım yataktan. Komidinin üzerinde duran yamuk yırtılmış kağıt parçasına döktüm içimi. Yazarken neden bu kadar geç kaldığımı sordu kalemim. Hissizleşmemin tek nedeni buydu. Kimseye anlatamadıklarımı yazdığım o kağıtlar bile özlemişti beni besbelli. Yazdıkça buldum kaybolan benliğimi.
Saat 3.50. İşte şimdi gözlerimden bir damla düşüverdi.