Kalbimin çığlık çığlığa, dilimin ise lal olduğu bir akşamdayım. Televizyonda benden çok alakasız bir program, evimin boşluklarını dolduruyor, bense içinde kaybolmaya çalıştığım boşluğu izliyorum.
Yalnız yaşayan insanların evleri hep böyledir. Gizli korkular, yüksek seslerle gölgelenir. Ama şimdi, hiçbir ses, hiçbir yükseklik korkularımı gölgelemeye kâfi değil. Beynimin içinde yankılanıp duran sözler, yüreğimin çığlıklarını yükseltiyor. O sözler… Aklımdan dahi geçirmeye korktuğum ama kendi kulaklarımla duyduğum… Hiç duymayacağımı umduğum; ama gerçeğin ta kendisi olarak bulduğum. O sözler işte, giyotini ruhumun.
Yorgunum. Dilimi susturacak, gözyaşlarımı kurutacak kadar yüklü olmaktan yorgunum. Dolma kalemlerimin mürekkepleri kurumuş, bomboş en sevdiğim defterin sayfaları. Anlatmaya çalışmaktan; ama anlatamamaktan, anlatabilsem bile bir çare bulamamaktan yorgunum. Uyumak istiyorum. O her gece göz kapaklarıma saklanan, acımı hatırlatan ya da baştan yaşatan rüyalardan arınmış bir uyku istiyorum. Uyurken de korkar mı insan? Ben susarak bilincimin altına sakladığım gerçeklerin yahut ihtimallerin şekle bürünmesinden; yani uyumaktan, yani yaşamaktan korkuyorum.
Bir anlatabilsem derdimi… Akıtabilsem kahverengi ya da koyu kopkoyu kırmızı bir mürekkepten, akıtabilsem son kullanım tarihi geçmek üzere olan gözyaşlarımın içinden… Sessizliği anlamsız sesler değil de hıçkırıklarım bozsa, odamın boşluklarını ömrüme, gönlüme yük ettiklerimin haykırışları doldursa hiç teklemeden… Dişlerimi sıkmak yerine, dudaklarımı ısırmak yerine parçalayıp atsam kaçtığım bütün gerçeklerin ve bütün ihtimallerin tüm yazılı belgelerini, hiç birini bir kez daha görmeden.. Olur mu ki? Geçer mi ki? Hafızaya ve kalbe işlenmiş izler de silinir mi ki?
Doluyor; ama taşmıyor kalbim. Ne gelirse alıp yer açıyor içinde, havasızlıktan boğulmak üzere olduğunu bilmeden. Artık gelenlerin sığmayacağını, sığdırmaya çalıştıkça mahvolduğunu bilmeden. Taş kalbim, dolma artık, gerekiyorsa taş ol; ama incinme artık. İçin hep yangın yeri; ama alevlerin aydınlığa bir tesiri yok her yerin hep karanlık. Tutunacağın dallar bir bir yok oluyor, umuttan bahsetme hiç, umudumuzun kanatları çoktan beridir kırık.
Ne zaman anlatmaya kalksam derdimi, sesim titriyor. Aklımdan geçmesine izin vermediklerimi kulaklarım duysa da sesim dillendiremiyor. Ne zaman atmaya kalksam korkularımı, korkularıma bir yenisi daha ekleniyor. Ruhum korkularının artmasından korktuğu için, korkmaktan vazgeçemiyor.
Umut etmek, bir zamanlar ne güzel bir şeydi öyle. Ayağa kalkmak için en sağlam bahane. Televizyonu kapatıp kendi iç sesimle yüzleşmek için en mağrur kelime.
Umut etmek, şu zamanlar ne acı ne zor bir şey böyle. Çünkü ruhum biliyor ki, her umut ediş bir çakılışa gebe. Umut kelimesi, artık zihnimin ve kalbimin çok derinlerinde…
Ve yine…
Yine gece oldu. Televizyon hala açık; ama korkularım yine kapattı huzurlu uykuların kapılarını. Bir bir bitse de programlar, ara vermiyor acılar. Reklam bile girmiyor hüzünlere ve sanki günler hep böyle yaşanacak. Korkular hep teyakkuzda hep kalbimin baş köşesinde duracak. Bu gün de bitti, yarınlar da son bulacak. Yine ağlayamadım, yine anlatamadım, dolma kalemlerim hala mürekkepsiz ve defterim hala boş, birazdan da yarın olacak. Ama anlaşılan yarının bu günden hiçbir farkı olmayacak. Bu gün de diğerleri gibi herhangi bir gün olarak kalacak.