Gözlerimi kapattığımda güneş yüzümü sanki okşuyor gibiydi. Öyle güzel yayılıyordu ki sıcaklık her bir zerreme , uyumamak ancak dirayetli bir insanın yapabileceği işti. Arabanın camından kendi yansımamı görüyor sanki ilk defa görmüş gibi de uzunca izliyordum. Kulağımda yine bir Haluk Levent şarkısı. Uzun yol başka türlü çekilmiyordu zaar. Kafamı kaldırdığımda kendimi pamukların arasında uzanıyor gibi düşledim. Öyle güzel öyle yumuşak görünüyorlardı ki yorganım olsalar da örtsem üstüme diye düşündüm. Ya da salıncak kursam. Sallansam sallansam da yorulduğum da yine pamuklara uzansam. Penceremi açtım. Sanki birden evrendeki tüm oksijen ciğerlerime doldu. Öyle ürperdi içim. Kafamı camdan çıkarttım. Rüzgar yüzüme vuruyor , nefesimi kesiyordu. Saçlarım savruluyordu. Gözlerime, ağzıma giriyordu buklelerim. Şu anı tek kelime ile tanımlamak gerekirse sanırım bu “esaret” olurdu. Onca zaman sonra rüzgarın esiri olmak beni öyle hür hissettiriyordu ki ; bu hayatımda yaşadığım en özgür esaretti. Karşı şeritten gelen arabaların uğultusu öyle güçlüydü ki kulağımı yalayıp geçiyordu uğultusu. Her geçtiğimiz kilometrede daha özgür hissediyordum kendimi. Daha canlı daha diri ve daha insan. Gözlerim yaşarmıştı artık. Dudaklarım mosmor kesilmişti. Güneş batıyor hava kararıyordu. Bağırmak geldi içimden avazım çıktığı kadar. Hey insanlar beni duyan var mı ? Heyyy ? Bugün benim en esir günüm ; rüzgara, göğe, maviye ve en çok da özgürlüğe.