in

Görünmez Canavarlar

Sıradan, tek istediği şey.

Normal olmak,

En büyük korkusu, en büyük aptallığı.

Uzun süren yolculuklar, uçaklar, otobüsler, metrolar, taksiler, gemiler, feribotlar, arabalar, rengarenk, siyah, gri, kirli, temiz veya pembe ama hiç bir zaman beyaz değil. En net ve en dolu anlıarı, uzun bir süre sadece bunlardı. Kendini bildi bileli, ki bu epey de bir zaman etmemektedir, hep yollardaydı. Bir şehirden ötekine, bir evden başkasına, bir okuldan başka bir hapishaneye. Her seferinde yeni sokaklar, yeni hayatlar, yeni renkler, yeni gardiyanlar, yeni tatlar, yeni ve yeniden aidiyetsizlik. Tam anlamıyla doğuduğundan beri, ilk yolculuğu tam olarak 3 yaşındayken başlamıştı, yoldaydı. Küçük bir uçak şirketinin heyecan dolu pilotu, Fas’tan havalanıp onu hiç bitmeyecek yolculuğuna sürüklemişti. Tanımadığımız, var oluşundan haberdar bile olmadığımız başka bir konuk oyuncu daha, normal biri, sıradan biri daha. Mutlu. Herneyse, ilk yolculuğunun tüm hayatı boyunca devam edecek olan sürüklenişini başlatması dışında hala hafiften rahatsız edici olan bir kulak rahatsızlığı bırakmıştı onda. Hayır duyu yetisi hala tam güçle çalışmaktaydı, sadece bazen kulakları, özellikle sol kulağı tıkanırmış gibi olurdu. Bugün hala o uçağa süreklenmemiş olmayı dilemiş midir bilmiyoruz. Ama tahminen, hayır, şehrin en güzel, tek beyaz bebeği, masmavi gözleri ve sarı gür saçlarıyla, ne kibirli olabilecek kadar kusurluydu, nede alçak gönüllü olabilecek kadar oluşumu tamamlanmıştı. Yani tahminen, hayır, ne olduğunu, sürüklenmeye başladığını iyisinden iki yıl daha fark etmedi. Hayatının o güzel yılları, pek de üzücü olmayan bir şekilde hala izlerinin durduğundan eminim. Hayatının başka, pek de güzel olmayan, bir dönemine kadar gayet düzgün, dışa dönük, hatta fazla dışa dönük, fazla yetenkli, fazla konuşkan ve fazla düzgün konuşan, fazla dikkat çekici ve belkide fazla iyi bir çocuk oldu. O zamanlar aileler ve çocuklar tarafından sadece örnek gösteilir ve sevilirdi, yaşadığı ilk şehirlerde, yaşadığı ilk hayatlarda nefret bulunmamaktaydı. Ah bir de şimdi bakın ona, o güzel, pürüssüz bembeyaz yüzü, izler, masmavi gözleri, şimdi onlar bile dönebildiğince elaya dönmüş durumda, son olarak sapsarı gür saçları, hala gür, kahveringinin sarı olmayı çok fazla istemiş bir tonuna bürünmüş. İlk defa nefretle karşılaştığında saç uçları hala sapsarıydı, açık kahve saçlarının uçları sapsarı parlıyor yüzüne düşüyordu. Bir erkek çocuğuna göre belkide fazla güzeldi. Herkes büyüyüdüğünde gayet yakışıklı bir genç olacağını biliyordu, olamadı. İlk nefretini, o zamanlar en yakın arkadaşı, ki hala çok net hatırladığı ilkokul arkadaşından tatmıştı. Sevgi. Hayranlık. Dostluk. Kıskançlık. Nefret. Hiçbir zaman kimse kendisinin daha iyi olduğunu fark edememişti. Hep onu daha iyi görür, bu yüzden de içten içe nefret ederlerdi, taki dıştan nefretlerini göstermeye başlayana kadar. “Hep sürüklenen insanlar, bir yere ait olmayanlar, yabancıdır.” Kendi kültürlerini oluşturular, küçük yaşta kendi görüşlerini bulurlar, bu yüzden yabancıdırlar. İnsanlar onları sever, belki hayranlık duyarlar, belki imrenirler, ama haklarında hiç Bir şey bilmelerine gerek yokrur. Kimse onları yakından tanımak istemez. Onları sevmeleri için iyi olmaları gerekmez, çünki yabancılar uzaktır. Daha sonra da nefret edilirler, eğer yol yakınken yabancılığınızı bir kenara fırlatıp kendinze yer kapamazsanız, bir süre sonra yabancı olmaktan çıkarsınız, “ve yabancı siz olmaya başlar.” İnsanlar daimi yabancıları sevmekten vaz geçerler. Size verdikleri ünvanlardan kendileri nefret ederler. İnsanlar sizi tanır, başka insanların size verdiği adlarla. Adınız duyulur, başkalarının sıfatlarıyla, ve insanlar olduğunuz kişi, veya olduğunuz yabancı için değil, başkalarının sizin için seçmiş olduğu siz için nefret etmeye başlarlar. Olduğunuz eşsiz kişi için nefret edilmek kötü değildir, gurur duyulası bile sayılabilir. Ama olmadığınız biri için nefret edilmek gibisi yoktur. Ve bunu en iyi o bilir. Yabancıların kralı. O farklıdır, o özeldir, o yetenekli, o özgün, o özeldir. Yalancıların şahı. İnsanlar onun yabancılığını hep gördüler, am o aldırmadı, her seferinde sürüklenmeye daha da hızlı devam etti. Hızlandı, sürüklendi, yabancılaştı. Sonunda biyerde durmak zorunda kaldı, aynı şehirde iki uzun yıldan fazla kaldı, aynı yaşamı, aynı hikayeyi devamlı olarak iki yıldan fazla yaşadı. Yerleşik bir yabancı oldu, “uzak ama yanıbaşında” Nefret de onunla yaşadı, birilerine güvendi, onlar ise kendilerinin daha iyi olduklarını göremeyip nefret etti. Nefret çoğaldı, başkalarının verdiği isimler. Sıfatlar. Yabancı. Dinsiz. Aykırı. Gay. Sıfatlar. Bakışlar. Nefret. Yabancı. Sıfatlar. Farklı. Özel. Özel. Özel.

Hepimizin, hayır hepimiz değil, birçoğumuzun veya azımızın bildiği üzere, lise hayatı berbattır. İlkokuldaki sıcak, yerleşik, uyum sağladığınız ortam. Herkesin sizi adınızla tanıdığı, sevdiği, sahiplendiği kendi küçük dünyanız. İlkokuldan mezun olan hemen hemen herkes okulun en havalı çocuğu, herkesin tanıdığı, gözde veya sevimli biri olarak mezun olmuştur, veya bunların hepsi olarak. Gerçekçiliğin çoğu kişi için pek de geçeri olmadığı, kendi küçük gerçekliğimiz. Nefret size uzaktan izlenen, hafiften ürkütücü ama yinede gerçekliğinizden uzak bir duygu, eylem gibi gözükür. Yalancı. Sevgi dolusunuzdur, ve eğer cidden sorunlu bir aileden gelmiyorsanız, veya anlayamadığımız güçler tarafından seçilmemişseniz, sürüklenmemiş, kaybedilmemiş, silinmemiş, uzaklaştırılıp, sterelize edilmemişseniz, hayat güzeldir. Güzel olmadığı zamanlarda ise muhtemelen ergenliğiniz başlamış bulunmaktadır. İstisnalar kaideyi bozmaz.Yalancı. İstisna iseniz herşeyi bozarsınız. Yalancı. İsteğiniz doğrultusunda yada değil. Yalancı. O ilkokul yıllarını, sizin, veya bizim, yalandan hayatlarımız gibi yaşayamamıştı. Varoluşun gerçekliğinde, veya daha sade ve abartılmamış, göz doldurmak için uzatılmamış bir değişle, gerçekliğin, dünyanın, hayatın gerçekliğinde, hiç bir yönüyle sıradan olmayan, nefretin bilinmediği çağlarda nefret dolu, dışarı kavramı olmayan bir zamanda dışarıda kalmış bir hayat yaşadı. Herkes yerleşik ve mutlu kişilikleriyleyken, o sürüklendi, sürüklendi. O o zamanlarda da yabancıydı. Tek haneli sayılarda da yabancıydı, 9 yaşında bir “değişik”. Çift haneli sayılara da yabancıydı şaşırtıcı olmayan şekillerde. 11 yaşındaki “ateist”. Kendine uğraşlar buldu. Sürüklenirken yanında sürükleyebileceği uğraşlar. Filmler, kitaplar. Yabancı. Başka kültürler, dış ülkelerden, yaşıtlarının haberdar olmadığı dış dünayadan. Resimler, şarkılar, melodiler. Yabancı. Sanki yeterince uzakta değilmiş gibi. Hyatı boyunca o şehirden bu şehire, bir hayattan bir başkasına sürüklenen, yerinde, aynı şehirde, aynı hayatta iki yıldan fazla kalmamış biri, hayatlarının en iç açıcı dönemini yaşamak üzere, uzun süre kalacağını bilmenin verdiği o garip, pek de iç açıcı olduğu söylenemeyen, miğde bulantısı ve yazın en sıcak günlerinden birinde pek de son model olmayan, sıcacık aile arabasında bulunmanın da getirmiş olduğu bunaltı ve ter kokusuyla karışık heyecan ve endişe duygusuyla, küçük bir belde olan ve en son sürüklendiği yaşamın fazla sıradan, normal ve huzurlu olduğu Otoria’dan* başka, daha büyük, daha şaşalı bir şehire sürüklenmek üzere yola çıktığında, ve yabancının o olmaya başladığından tamamen habersizken 9 yaşına yeni girmiş bulunmaktaydı. Küçüktü, ama zannettiğiniz kadar değil. Onu her gören fazla bile olgun olduğunu söylerdi, fazla durgun, fazla aklı selim, mantıklı, yetişkinvari. 5 ve 6.yaşlarını sadece birkaç yüz kilometre ötededen gelen çatışma sesleriyle yaşamış bir “çocuk”. Ne kadar yetişkinvari olabilirse o kadar yetişkinvariydi, o kadar olgundu. Mantıklı. Silah sesleri, kurşunlar, gece, gündüz, şafak, savaş, bombalar, askerler, saldırılar. Yalancı. Sevgi dolu babacığının her evden çıkışıyla bir daha geri dönememe ihtimaliyle her dün defalarca iç içe olan bir çocuk. Fazla farklı kültürden insanlarla aynı yerde, bir olarak yaşamış bir çocuk. Dünyaya farklı başlamış. Yalancı. O zamanlar hala net şekilde birşeyler hissedebiliyordu, yeterince olgun değildi fakat, yeterince yabancıydı. Ona yeterince yakından baktığınızda, onu göremeyeceğinizi fark edersiniz, çünki hiç bir zaman yeterince yakından bakamayacaksınızdır. Bazı insnlar böyledir, bazıları ise sadece öyleymiş gibi görünürler. Hangisi olduğunu anlayamayacağımız kadar uzak, yakınlaşamayacağımız kadar yabancı. Gittiği her yeni şehir, okul, girdiği her yeni hayatta olduğu gibi, çok sevildi, örnek gösterildi, imrenildi ve nefret edildi. Yarı yolda bırakılmadı, yolun başında çamur atıldı, başkaları onun adına kışkırtıldı, sonunda, daha çok ve tekrardan. Ama bu sefer, başka bir şehre, başka bir hayata sürüklenemedi, kaçamadı. Bu şehirde, bu hayatta, bu okulda sıkışıp kaldı. Duramadı, sabitliğin içinde sürüklendi. Yaşadıkları büyütülecek şeyler değil. Bu “hikaye”ye değer şeyler de değiller. Dıştaki kabuğundan her dışa adımında üzerine gelen duvarlar, büyük dişli canavarlar. Yaptığı her hareketi izlemek isteyen gardiyanlar. Yaşamının, aldığı her nefesin onları güldürmek için olduğunu düşünen seyirciler. Sahne ışığı. Yalancı. Belli aralıklarla üzerine sallanan bıçaklar, üzerine doğru koşan koyun, kurt, ayı sürüleri. Sahne ışığı. Flaş. Bana yabancıyı göster. Flaş. Bazenleri, komik olan, abes olan, yapmayacağın şeyler tek seçeneğin olur. Yalancı. Müzik. Sahne. “Saklanılacak en güzel yer, sahne ışığının tam ortasıdır.” Ve eğer yabancının tekiyseniz, ışığı size çevirmeleri için herhangi bir şekilde çabalamak zorunda bile değilsinizdir.

Yaptığınız tüm fedakarlıklar, her küçük ayrıntı, başkaları fark etmese dahi başkaları için yaptığınız büyük ama küçük herşey. Herkesin nefret ettiği birine söylediğiniz tek kelimeyle silinebilir. Düşündüğünüz onca şey, inceliğiniz, sadakatiniz, sevginiz. Ortada değecek hiçbir şey yokken yok olur. Eğer bir hayatınızda iki yıldan fazla yaşanmışlık olsaydı. Belki yabancı siz olmaya başlamasaydı. İnsanlara yaptığınız onca duyarsızlık, onları yok saydığınız yüzlerce gün, onlara ettiğiniz laflar, herkesin en sevdiğini ortada bıraktığınız dakikalar. Yerini söylediğiniz en küçük güzel sözle eskisinden daha büyük ve sıkı bağlara bırakırdı. Yabancı harcanabilir olandır, bazen bir kaç hayatta bir diğerlerinden çok daha fazla. Denk gelen çok nadir hayatlarda biryerlere ait hisseder, birileine bağlanabileceğini sanar, o hayatlarda diğerlerinden çok daha fazla harcanabilirdir yabancı. “Ortada feda edecek hiçbirşey yoksa, feda olmazsınız.” Cidden hayatınız boyunca yüzlerce insan tarafından nefret edilmiş olmanıza rağmen, bu birkaç hayatta, sonuna kadar tükenirsiniz. Belki cidden şanslıysanız, daha sonra sizi bırakıp gitmek üzere yanınızda olacak birine denk gelebilirsiniz, ama emin olun ki onu da yabancılığınızla büyüleyip sizi hayatından kovması için bahene edebileceği, yada daha da iyisi hiç bir neden sunmadan size defi çekmesini sağlayacak bir zaman elbet gelecektir. Evete bu “hikaye” veya bu “hayatlar” hiç mi küçük mucizelerle güzelleşemez diye hepimiz düşünüyoruz. Her ne zaman güzelimsi kelimeler dökmeye kalksam, kahramanımız, adını duymayacağınız, kostümü narçiçeği olan ama sizin hiç görmeyeceğiniz renklerle kapatılan peleriniyle kahramanımız, daha kötü kelimelerle boğuldu. Ama ironiktir ki, bunu göz ardı ederek güzel kelimelere yer vermek zorundayız. Yoksa kahramanımız boğulacak farklı şeyler nasıl bulacak. Çok ama çok nadir, çoğu yabancının hiç bir hayatında yakınından bile geçmediği bir şansla, belki ve sadece belki. Sizden nefret etmeyecek birini bulabilirsiniz… Başka bir yabancı. Siz. Ve yine siz. Beklemediğiniz anda ve beklemediğiniz yerden gelebilirler. Tabi peri masallarına inanıyorsanız. Ve biliyor musunuz, çok farklı açılardan size ne çok benzediklerini, veya bir kaç hayatınız birbiriyle paralel gitmişken bile ne kadar farklı olabileceğinize şaşırırdınız. Hemen hemen her zaman, yabancılar birbirlerine dahi yabancıdırlar. Yabancılık, kendi dışındaki yabancılığa yabancıdır. Garipser. Kabul eder. Uyum sağlar. Yabancıyken, hayattan hayata sürüklenirken, bir öncekine baktığınızda, sadece çekip giden, sizi harcayan insanların etkilenmediği bir ayrılış yaşamış olmak dışında bir şeyler elde etmek istersiniz. En büyük hayallerinizden bazıları. Hatırlanmak. İz bırakmak. Yalancı. Önemli olmak. Hayalperest. Hepimiz bunu isteriz. Ölümden sonraki ölümsüzlüğümüz, adımız, imzamız. Son hayatınızdan da boşluğa, yada artık nasıl adlandırmak isterseniz, öbür tarafa, sürüklenirken. Geride sizi son ve daha önceki, harcandığınız, tükendiğiniz, nefret edildiğiniz, sevdiğiniz, kabolduğunuz, acı çektiğiniz, yabancı tarafından ele geçirildiğiniz, dışta aldığınız, garipsendiğiniz, olmadığınız, silinidğiniz, tüm hayatınız boyunca başaramadığınız, o tüm hayatlarda, hepsinde birden, yada ayrı ayrı, bir şekilde iz bırakmak adına. Hatırlanmak adına. İntikam. Uyum sağlayamadığınız her hayat adına. Ölümsüzlüğünüz. Her bir sefer için bütün bir ölümsüzlüğünüz olsun istersiniz. Tüm hayatlarınız içinde başarmaya yaklaştığınız veya başarmak adına hiç Bir şey yapamadığınız her hayatınız adına. Son birkez ve sonsuza dek başarmak. En büyük hayaliniz, bir kerelik bile olsa, gittikten sonra bile olsa, ait olmak.

Yalancı.

Yalancı.

Yabancı. Dolu dolu, umutsuzca ve sonsuza dek.

Buradaydım, ve hikayemi dinlediğiniz için teşekkür ederim. Ölümümden sonraki ölümsüzlüğüm.

Ne düşünüyorsun ?

0 puan
Artı oy Eksi oy

Bir cevap yazın

Orhan Veli

Neden YazanOkur?