İlk seslenişlerimiz vardır. Erkenciler yani acele edenler bunu doğduğunda ağlarken dile getirir, kimisi ebeveynine ilk kez karşı çıktığında, kimisi hedeflerine ya da hayallerine ulaştığında bazıları da aşık olduğunda seslenir hayata. İnsandır bu farklıyız birbirimizden. Ama bazı insanlar vardır ki işte onlar seslenmek için hep geç kalmışlardır.Geç kalanlar ölünce seslenir hayata yani iş işten geçince. Ne geç kalacaksın bu hayata ne de erken geleceksin. Çünkü zaman çok disiplinli bir öğretmendir. Her şeyi uygulamalı gösterir bizlere. Bu uygulamalardan öncelikle hepimiz kalırız,daha sonra yavaş yavaş öğreniriz yaşamayı. Beceremediğimiz zamanlara tecrübe gözüyle bakanlar yaşamayı bilenlerdir. Düşüş, yıkılış gibi bakanlar ise sesi hiç çıkamayanlardır. Bazen yanlış da olsa sesimizi çıkarmak, “buradayım” demek bir şekilde başkaldırmak yaşadığımıza işaret değil mi? Hayır, nefes aldığımıza değil gerçekten yaşadığımıza işaret değil mi? Sevmek, pişman olmak, ağlamak, okumak, gezmek… Nankör dediğimiz bu dünyada, kötü dediğimiz bu dünyada yapılacak o kadar çok şey var ki. Ama işte bir kere bağırmalıyız hayata veya bir şarkı söylemeliyiz bir şekilde seslenmeliyiz değil mi? Düşünmeliyiz her şeyden önce belki de düşünmek seslenişlerimizden biridir. Çoğumuz bir şeyler yapamadığımız için hayatın bize engel olduğunu savunuruz. Peki ya siz hiç konuşmadan susturuldunuz mu? Hayata bağırmayı deneyin. Bahaneler sizi sadece geciktirir. Cesur olmaktan korkmamalıyız. Daha önce hiç düşündünüz mü ilk seslenişim nasıldı diye? Ben ilk kez kendim için adım attığımda seslenmiştim hayata. Aslına bakarsanız ilk adımdan hemen sonra düşmüştüm. Belki hala yerdeyim ya da kalktım ve ardından bir daha yerde buldum kendimi. Ne önemi var ki? Vazgeçtiğim hiçbir şey yok. Umut öyle sihirli kavram ki anında mest ediyor sizi. Üzmeden yıpratmadan. Ama beklentiler yorar. Tek beklentiniz kendinizden olsun. En azından hayatta yaşayabilmek için “elimden geleni yaptım” dersiniz. Seslenin hayata, daima.
in Boş Sayfa