in ,

Hoşsohbet Parkı

Seneler önce geldim ben buraya. Bu şehir, bu semt, bu park… Tek bildiğim yer bu park ama ne park. Baharda başka, kışta başka, yazın bambaşka. Yılın bu zamanında baharın tüm güzellikleriyle bezenir, tüm yabani erik dalları pıtraklarını patlatır, yeşilliklerle harmanlanır pembe pıtrakların mis kokusu. Semtin insanları, hayvanları toplanırlar; kimi yürüyüş için, kimi bisiklet turu için, kimi şehrin hengâmesinden kaçıp bir ağaç altında kendini dinlemek için. Ama bugün gelen bir kimse var ki, her geldiğinde bir sıkıntıyla gelir, dert anlatma durağı gibi kullanır burayı, elemini kederini döker, söver az biraz da sever ama sanırım yalnızca beni. İşte burada yine o Bahar abla. Bu sefer ki derdine verdim kulağımı ,başladı anlatmaya: ‘Yandım, bittim, kül oldum!’ Hadi bakalım neler olmuştu, hazırdım dinlemeye, devam ediyordu:

-Şu parkın şu belediye bankı da olmasa oturacak bir tek taburem bile kalmadı bu sabah gelen zebellah tipli avukatlar yüzünden, Hacer. Aslında onlar işlerini yapıyorlar, şerefsizlik benim erkek kardeşimde, neyse… Yanıyor, içim yanıyor, böbreğim, midem, dalağım bile ve ciğerim Hacer anlıyor musun?

Duruyor bir kaç saniye, devam ediyor:

-İcra geldi, icra! Ne varsa aldılar götürdüler. Fırını, ocağı, buzdolabını, buzdolabındaki domatesleri bile… televizyonu, bizim oğlanın bilgisayarını, yatağı döşeği, oturma grubunu ve en kötüsü ne biliyor musun Hacer? Bizim kızın piyanosunu. O piyanoyu biliyorsun, antika o antika! Antikasını da geçtim, yere batsın pahası, o piyano için babam öldü benim, babam! Bir nevi evdeki ruhuydu o piyano babamın, babamdı lan o piyano benim. İçim yanıyor Hacer, içim, ciğerim!

Piyano bu konağa taşınırken ben daha on üç yaşındaydım, daha eve çıkarılmadan ben üç kilo göz yaşı dökmüştüm heyecandan,  konağın kapısında bekliyordum O’nu ,o esnada kapının camında yansımamı görmüştüm de şaşkına dönmüştüm, burnum olmuş patlıcan ağlamaktan.

Gülmek istedi anlatırken Bahar abla ama , içindeki acı ağır basmış olacak ki dudakları açılmadı iki yana, gözü yaşlı devam ediyor anlatmaya:

-Meğerse o kadar ağlama piyano heyecanı değilmiş, babam ölecek diyeymiş. Piyanoyu kamyondan indirdiler , an be an izliyorum, konağın eve açılan kapısına gelmek için on yedi basamak çıkmak gerek. Piyanoyu taşıyacak üç işçi vardı babam da  kendini dahil edince oldular dört, cevval adamdı. Ama ömrü on iki basamakmış, on ikinci basamakta piyano devrildi babamın üstüne, babacığım oracıkta can verdi, dayanamadı bu kadar ağırlığa, kuyruklu ağaç piyano sonuçta, boynu kırılmış babamın, boynu piyanodan ince adamın. Oooof , Hacer, şu parkta oturduğum bankta olmasa oturacak bir tek taburem kalmadı bu hayatta. Çocukları arayamadım daha, oğlan Eskişehir’de hafta sonu gelecek, mühendis çıkacak sonuçta biliyorsun, dersleri ağır, kız da okulda, akşam üstü gelecek, gelecek ama ne ile karşılaşacak yavrum, bom boş,  ruhsuz dört duvar… Of allahım, oğlana ne zaman söylesem, söylemesem mi acaba daha? Anamda yok ki Hacer , gidip ağlasam, derdimi anlatsam ,bir sen varsın be Hacer… Her şeyi yerine koyarız da kuyruklu ağaç piyano? Vay anam, vay babam…

Durdu Bahar abla, boş boş baktı, sanki icra anını bir boşlukta tekrar tekrar yaşıyordu, giden eşyalarını ve kuyruklu ağaç piyanosunu kapıdan uğurluyordu babasının ruhu ile beraber. Sonra devam etti tekrar:

-Hep o Erman’ın yüzünden, olmaz olsun böyle kardeş, yüz karası, bel ağrısı, baş belası. Onun  yediği boklar şimdi beni cayır cayır tırmaladı. Telefonlarımı da açmıyor köpeoğlu, sırra kalem bastı! Ah babam, ah! Neyse Hacer, benim bugün ciğerlerim pare pare, sonra konuşuruz anacım yine, sağ ol sağ ol, eksik olma , söylemen yeter anacım, ah bana , vah bana Haceer! Hadi anacım görüşürüz.

Dedi Bahar abla, sonra döndü bana baktı, öbürlerine baktı, elindeki pet şişe suyu, yanan ciğerleri serinlesin diye almış olacak ki işe yaşamayınca, yarısını bana döktü. A! Bu arada ben kim miyim? Ben Hoşsohbet Parkının , çok evvelinde dikilen meşe ağacıyım, buyurun gelin, her zaman buradayım.

Ne düşünüyorsun ?

4 puan
Artı oy Eksi oy

Bir cevap yazın

Önsöz

Kralın şarabı