Dünyanın kendime en uzak yerindeyim. Neredeyim? Her sabah hepimize eşit doğmuyor mu güneş ? Aynı güne uyanmıyor mu herkes ? Belki, kim bilir .. Tüm cesaretimi toplayıp yüzleşmek istiyorum ne varsa.Yapamıyorum. Beynimin en ücra köşelerinde düşündüğüm şeylerin gün gelip tek tek dökülmesi dilimden… “Sus!” diyerek savaşabiliyorum sadece içimdeki canavarla . Onu duymamaya çalıştıkça, kulaklarımı tıkadıkça iki elimle , arkadan sinsice dolanıp bağırıyor yüzüme yüzüme. “Sus!” diyorum, susmuyor. Öyle bir zaman geliyor ki, öyle bir sabaha uyanıyor ki insan, göğsü kuş kadar, sığamıyor koca dünyaya. Kafamı kaldırdığımda gördüğüm mavilik bir önceki gün gördüğüm kadar huzur vermiyor bana. Dalıyor gözüm bir buluta. Hayallerimi yaşıyorum o bulutun üstünde. Uzaktan izliyorum hepsini, kendi hayatımı, tıpkı bir yabancı gibi. Sonra geliyorum kendime kulağıma çalınan rüzgar uğuldamasıyla. Tekrar gitmek istiyorum acının kabusun olmadığı hayallerime. Ama payıma düşen hayatı kabullenmek zorunda olduğumu biliyorum. “Bilmek ne acı şey” diye düşünüyorum. “düşünmek ne acı şey” diye söyleniyorum. Beynimin tüm kapılarını tek tek sonsuza kadar kapatmak istiyorum. Yalnız tek başıma. Sonra sonsuzluk geliyor aklıma . Bunun verdiği özgürlüğü hissediyorum tüm bedenimde. Bir daha acı çekmeyeceğimin hayali bile yetiyor iç geçirmeme. Sonra bakıyorum tekrar göğe. “Öyle güzel ki mavisi” diye geçiriyorum içimden. Bunu, bugün, son kez görmüş olabilme ihtimalim canımı sıksa da artık acı çekmeyeceğimi bilmek keyiflendiriyor beni yeniden. Sonra , gözlerimi kapattığımda, uğuldayan insan seslerini duyuyorum. “Su ne soğuk” diye geçiriyorum içimden. Çırpınıyorum. Her zamankinden daha çok acı hissediyorum sanki. çırpındıkça batıyorum. “Hoşça kal dünya , seninle hesabım burada bitti!”