in

Geçmişe Cevher Kala

Üzerimde bir soğukluk, bir yağışlı hava. Serin hava yüzüme çarpıyor. Yağmurun yağacağı besbelliydi, gökyüzünü örten kapkara bulutlardan. Yaktım dumanı bukle sigaramı, kapattım karıncalı, tüplü, tozu, pası, danteli üstünde televizyonumu. Yağmur fevkinde yağıyor. Uçurumları almıştır bir rüzgar, aşağılara hayal kurulmaz. Her külümde düşünüyorum, geçmişimi ve yağan bereketli yağmuru.. Çünkü yaşım 65 yaklaşıyorum ebedi huzurun esen rüzgarına.
Sabah güneşi pencereleri neşeyle aydınlatır, yeşerirdi öğle vakti. Pusuya çökerdi karanlık, zamanı geldiğinde inziva eder, sarıp sarmalardı laciverte boyanan gökyüzünü. Her telden bir hayal çıkardı, mutluluğa kurulmuş duygulardan. Umutların renklenmiş hali, gül’den nazik bir kırmızı, yeşermeye yüz tutmuş yemyeşil bir filiz, yakında bir fırtınayı işaret eden gönlü kara bulutlar, gözbebeklerini gülümseten yüreği huzur bembeyaz ay ışığı, engin denizin mavi derinliklerine gömülü gülümseyen bir latife.. Yüz güzelliği denilen şey gülümsemenin ta kendisiydi…

  1. 4 Katlı bir apartman’ın zemin katında kalan yoksul bir aile’nin tek çocuğuydum. Gözlerimin içi parlıyordu. Kimse kimseyi kırmazdı çünkü orada her kapı insan olmakla, sevgi beslemekle açılıyordu. Tek gaye çizelgesi buydu. Haddi zatında her şey çerçeveye gömülü hasret çekilen anılardan değil, birebir bizzat yaşanan çerçevelik olaylardı. Para-pul ele geçer, elden gider, büyüklerimizin sözü heryerde geçerli bir belgeli cevherdi.. O halde insanlık en yüksek banknot’tu. Sevgi,saygı muhakemesi cüssesi altından bir yargıç’a benzetilirdi. Elektrikler kesildiğinde krize tutunmazdı ocağımızın fertleri. Bilakis bir mum yakıp seyirine doyardı ailemiz. Kıtlık dönemlerinin baş kahraman olduğu dönemlerde erkek çocuklar aile kazanına katkıda bulunurdu. Bende sokak, sokak dolaşır gazete satardım. “Yazıyor yazıyor.” Su satardım “buz gibi suu.” Yaşamımızın en zor zamanlarında sıcacık anne şefkati, gülümseyen bir baba yüz hattına şahit oldum. Bu bulutlara uzanan bir mutluluktu. Ne yazık ki teknoloji bizim ocağımıza hiç uğramadı. Bizim ocağımızı aile saadeti kasıp kavururdu. Varsın uğramasın para, pul, mal mülk, tenceren kaynasın kâfi. Neşen göğsüne saplanmış bir hançer gibi kalsın orada. Şimdi yaşım 65, ailemi toprağa vereli gün batmaya yüz tutuyor.. Saadet kelimesinin geçtiği tek yer siyaset olmuş.. Ne demiş Yunus Emre: Mal da yalan mülk de yalan gel de biraz sen oyalan.. Bizim zenginliğimiz, bizim oyalanmamız geçmişteydi azizim. Sevdiğin bir varlığın hatlarını hayalinde canlandırmaya çalıştığında geçmişten o kadar çok anı belirir ki, bu anıları gözyaşları arasındaymış gibi bulanık görürsün.. Artık göçme vaktidir ey kubbeli şehir.. Yaşamın zivanesine başka tarafta devam etmek dileğiyle esenle kalın..

Ne düşünüyorsun ?

0 puan
Artı oy Eksi oy

Bir cevap yazın

Sana uzak sabaha yakın…

Plağımdaki Öyküler